Malûmumuz, bu dünyaya keyif sürüp yaşamak ve sonra da toprağın altına girip hiç dirilmemek üzere gönderilmedik. Böyle olunca her ânımızın keyifli, sağlıklı ve rahat geçmesi düşünülemez. Hayatın içinde her birimizin kendine has rolleri var. Farklı alanlarda, farklı karelerde bize ait olan hayatı yaşayıp gidiyoruz. Aynı hayatı yaşıyor gibi görünsek de, insanlar adedince küçük dünyalar var bu hayatta.
Ancak bu fertler sayısınca çok ve farklı âlemlerin bir Yaratıcı tarafından koyulmuş düzenleri var. Bu dünyaya kendi isteğimizle gelmediğimiz gibi, istediğimiz zaman da gidemeyiz. Hepimizin hayatına bir sınır getirilmiş. Ve hayatımızdaki her şeyin emanet olduğu bildirilmiş. Mülk Allah’ın. Mülkünde istediği gibi tasarruf etme hakkı da sadece O’nun.
Hiçbir sebep yokken kolumda oluşan ağrı, benim dediğim vücut hânemde bile hiçbir hükmüm olmadığını gösterdi bugünlerde. Nasıl oldu da bu kadar sızladı kolum? Sebebini bir türlü hatırlayamadığım bu sızı, beni bir gün boyunca oyaladı. Ve sonunda bir kez daha anladım ki, kendi vücudumda bile tasarruf sahibi değilken ben, nelerle uğraşıyorum.
Bu sebeple emanet sahibinin verdiği birçok hâle de rıza göstermek zorundayız ki, yaşamımızda irademiz dışında başımıza gelen hâdiselerin karşısında Allah’tan geldiğini bilip “Bu benim imtihanım” deyip olayları karşılamak, yapılacak en makul davranış.
Zira birçok olay tamamen irademiz dışında gerçekleşiyor. Onların hâlini, cismini değiştirme imkânımız yok. Her gelene karşı memnuniyet göstermenin yolu tevekkül, “Vardır bir hayır” prensibidir. Yoksa yaşamak gerçekten zulüm olurdu biz insanlar için.
Dünyaya gelirken özürlü doğan ve yıllardır çocuğunu yaşatmak, onu biraz daha sağlığına kavuşturmak için uğraşan anne de şikâyet etmiyordu. Ne zaman görsem, ağzında hep memnuniyet ifadeleri ve şükür vardı. Eğer her şeyin emanet olduğunu, her şeyde bir hayır ve bir hikmet olduğunu, Allah’ın kuluna zulüm etmeyeceğini bilmese, bu anne nasıl 12 yıl yaşar ve yaşarken bu kadar sıkıntıya rağmen mutlu olabilirdi? Ve kızından bahsederken, “Çok şükür. Bu benim imtihanım” dediğinde, şaşırmıştım; gözlerinin içi gülüyordu. Sakat kızından bahsederken, “O kadar hassas bir durumda ki, en ufak bir şeyden mikrop kapabiliyor; onun her şeyi ayrı. Bu, biraz yoruyor; ama olsun. Buna da şükür” deyişi beni duygulandırmıştı.
“Bize neden gelmiyorsunuz?” diyen komşusuna, “Kızımı bırakıp hiçbir yere gidemiyorum. Şimdi ablası yanında, siz bana buyurun gelin” dediğinde üzülüyorum. “Allah yardımcınız olsun” diyorum. Canım acıyor. “Nasıl, huysuz mu, sizi yoruyor mu?” dediğimde, gözleri nemleniyor. “Ne münasebet! Dünyadaki en anlayışlı, en ince, en hassas ve en sakin çocuk benimki” diyor. Elhamdülillah, diyorum: “Ne güzel bu yönden rahatsınız. Zira çok daha sorunlu çocuklara sahip aileler var.”
Yüreğindeki şefkat, gözlerine ve diline vuran bu anne diyor ki: “Ben yavrumu bırakıp bir yere gidince, çok özlüyorum. Şu anda buradayım, yanında ablası var; ama ben kızımı çok özledim” dediğinde, tebessümle gözlerine bakıyorum. O kadar hoşuma gidiyor bu şefkat timsâli anne. “Hiçbir evlâdımı onun kadar sevmedim. Eğer bu kadar şefkatim olmasaydı, ona bu kadar sabırla ve yorulmadan, incinmeden bakamazdım. Rabb’im öyle bir şefkat koymuş ki içime, ona bakınca ‘Çok şükür’ diyorum. İyi ki sen doğduğunda, ‘özürlüsün’ diye hayatına son vermek isteyen doktorlara engel olmuşum” diyor. Ve bu fedakâr anne ilginç bir şey daha söylüyor: “Fizik tedaviye gidiyoruz. Ve oradaki bütün anneler aynı şeyi söylüyor: ‘Rabbim bu çocuğuma karşı kalbime çok büyük bir şefkat koydu. Zevkle bakıp, ilgileniyorum.’”
Susuyorum. Ve “Rabbim kimsenin sırtına kaldıramayacağı yükü yüklemez” sırrını hatırlayıp, halime şükrediyorum. Yaşadığım ve yaşayacağım her hâl için şükredip sabretmem gerektiğini bir kez daha görüyorum.
Derdi veren, sabrını da beraber veriyor…
13.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|