Namık Kemal, “Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar” (Hakikatin ışığı, fikirlerin çarpışmasından meydana gelir) demiş; ama bazıları fikirlerin ifade edilmesinden son derece rahatsız oluyor. Çünkü, ortaya çıkacak olan ‘hakikat,’ yalan ve yanlış dağlarını yakıp kavurabilir.
Türkiye’de, düşüncelerin ifadesi noktasında ciddî sıkıntılar yaşandığı bir ortada. Kabul edilen ‘uyum paketleri’ne rağmen hâlâ onlarca yazı/ifade muhakeme ediliyor. Dünyanın başka ülkelerinde de bu konular tartışılıyor elbet, ama umumiyetle ‘özgürlük’ galip geliyor.
İfade özgürlüğüne en ziyade ihtiyaç duyulan yerlerden biri de üniversiteler ve dolayısı ile de akademisyenlerdir. Yakın zaman önce bir öğretim üyesinin, bir panelde yaptığı konuşma sebebiyle ‘aforoz’ edildiği ve yargılanmadan mahkum ilân edildiğini hatırlayalım. Benzer bir hadise yıllar önce Amerika’da yaşanmış ve Türkiye’dekinin aksine üniversitenin rektörü akademisyenine sahip çıkmıştı. Kudüs doğumlu, Filistin’li Edward Said, Filistin lehine, İsrail aleyhine bir makale yazmış, ardından da Filistin’e giderek İsrail karakoluna taş atmış. Bu hadise üzerine ABD’deki İsrail lobisi ayağa kalkmış ve Said’in Columbia Üniversitesinden ‘atılması’nı talep etmiş. O dönemde üniversitenin rektörlüğünü yapan Prof. Jonathan R. Cole ise bu karşı çıkmış ve Said’i ve dolayısıyla fikir özgürlüğünü savunmuş.
Prof. Jonathan R. Cole, Nokta’nın soruları üzerine (7-13 Aralık 2006) özgürlüğü savunmaya devam edip şunları söylemiş:
“Öğretim üyelerine görüşlerini—ümit edilir ki, bu görüşler verilerle desteklenir olsun—serbestçe ifade edebilmeleri için, üniversite önderlerince de desteklenen çok geniş bir özgürlük alanı sağlanmasının hayatî ölçüde önemli olduğuna inanıyorum.
“Bazıları akademisyenlerin söyleyeceklerinden rahatsız olabilir, ama bu onları düşüncelerini ifade etmekten alıkoymamalı. Fikirlerin özgürce ifade edildiği bu pazar, toplumun da yararına işlediğinden, hiç kimse, özellikle de üniversite gibi özgür düşüncesin sığınağı olan bir kurumda, düşüncelerin şu ya da bu içeriğinden dolayı yasaklanabileceğine karar verecek konumda olmamalı. Üniversite düşüncelerin çatıştığı yerdir ve kalıplaşmış, belli fikirlerin dogma haline gelmesine müsaade edilmemelidir. (...)
“Sonuçta, kendini iyi olarak tanımlayan hiçbir üniversite, dışarıdan gelecek siyasî baskının bir öğretim üyesinin dersteki sözlerinden dolayı cezalandırılıp cezalandırılmayacağı kararını vermesine müsaade etmez. (...) Dışarıdaki kanaat önderlerinin bir öğretim üyesinin işe alınması ya da işten çıkarılması kararını etkilemesine müsaade edilmesi, tarihsel olarak görülmüştür ki, sadece üniversitenin kalitesini yitirmesine yol açmıştır.
“11 Eylül olaylarından ve ‘ABD Vatanseverlik Yasası’ gibi yasaların yürürlüğe girmesinden bu yana akademisyenler belli Amerikan politikalarına, özellikle de Ortadoğu ile İsrail’e karşı izlenen politikalara karşı görüşlerini güçlü bir şekilde ifade etme konusunda gönülsüz davrandılar. Bu tesbitte hiçbir tereddüdüm yok. Bana göre, 11 Eylül’den beri üniversitenin araştırma ve öğretim işlevlerine yönelik siyasî bir müdahale yaşıyoruz. (...) Sanırım şu anda Amerika’da akademisyenlerin İsrail hükümetinin politikalarına karşı görüşlerini açıkça dile getirmeleri adamakıllı cesaret gerektiren bir iş. (...)
“Bir çok Amerikalının İslâm dünyasını büyük ölçüde yanlış anladığını ve bu alanda derin bir cehaletin hakim olduğunu düşünüyorum. Şimdilerde değişse de, üniversitelerde İslâm dünyası hakkında yeterli kadar ders yoktu. Daha beş sene kadar önce Ivy League üniversitelerinin müfredatlarında sadece Kur’ân’a ayrılmış bir ders olup olmadığına baktım ve şaşırarak gördüm ki, hiç yoktu.”
Prof. Cole, Amerika’daki üniversitelerde İslâm ve Kur’ân konulu ders olmadığını duyunca şaşırmış. Ya Türkiye’deki durumu bilse ne diyecek?
Düşüncelerin ifadelerinden ve ‘çarpışması’ndan hakikat doğar. Hakikatlerden ürkmeyelim...
13.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|