İsim belirtmeyen okuyucumuz: “Benim özürlü-engelli çocuğum var. Bu bana bir ceza mıdır? Sabredersem sevap alır mıyım? Bu masum çocuğun günahı neydi?”
Allah’ın takdir ettiği belâ ve musibetlere, zorluk ve sıkıntılara sabredilirse sevabı çok büyüktür. Kulu doğrudan Allah’ın rahmetine, merhametine ve rızasına ulaştırır. Kur’ân’da ve Peygamber Efendimiz’in (asm) mübarek dilinde acı ve ıztırap yaşayanlara sabretmeleri şartıyla öyle müjdeler verilmiştir ki, acı ve ıztırapların kula bir hediye ve bir lütuf olduğunu anlıyorsunuz. Hastalıkların, doğuştan getirilen sakatlıkların, özür ve engellerin, sonradan meydana gelen özürlerin ve muhtelif yaratılış eksikliklerinin görünen acı ve ıztıraplı yüzüne bakıp üzüntü duymamalı, perde arkasındaki büyük mükâfat cihetine, eşsiz güzelliğine ve Allah’ın rızasını kazanmaya elverişli yüzüne bakıp sabretmelidir.
Şükreden Müslüman’ın hiçbir zaman kayıp içinde olmadığını, dünyada kaybedenin âhirette kazançlı olacağını, Allah için sabredenlere Cenab-ı Hakkın kat kat artırarak vereceğini bizler imanımızla biliyor ve birer günahkâr Müslüman olsak da, özür, engel, acı ve ıztıraplarımız karşılığında Rabb’imizin rızasını ve âhiretteki mükâfatını bizden esirgemeyeceğini umuyoruz.
Kur’ân buyurur ki: “Şüphe yok ki: Biz sizi bir takım korkular ve açlıklarla, mal, can ve mahsul eksikliğiyle imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele!”1
Her zaman, her nefesimizde, “Umulur ki sizin hoşlanmadığınız bir şeyde sizin için hayır vardır”2 âyetine dayanmalı ve Allah’tan mutlak hayır beklemeliyiz.
Sahabeden Ata bin Rabâh (ra) bir kadın göstererek demiştir ki:
“Şu siyah kadın! Bir gün Hazret-i Peygambere geldi ve dedi ki:
“Ya Resulallah! Ben sara hastalığına tutuluyorum ve hastalık tuttuğunda açılıyorum. Benim için Allah’a duâ eder misiniz?”
Peygamber Efendimiz (asm):
“Eğer sabretmeyi dilersen sana Cennet vardır. Eğer âfiyeti dilersen sana âfiyet vermesi için Allah’a duâ edeyim” buyurdu. Kadın Cennet müjdesini duyunca:
“Cenneti istiyorum Ya Resûlallah! Sabredeceğim. Lâkin ben açılıyorum. Duâ buyursanız da hastalık geldiğinde açılmasam...” dedi. Peygamber Efendimiz de (asm) ona duâ buyurdu.3
Bu dünya imtihan meydanıdır, ibadet yeridir. Şüphesiz Allah’tan hastalık, sakatlık, engel, özür ve belâ istenmez. Fakat verirse, gerekli tıbbî müdahaleleri yaptırmakla beraber, sabretmekten ve O’nun merhametine ve himayesine sığınmaktan başka çaremiz yoktur. Hakkımız şikâyet değil, isyan değil, feryad değil; şükürdür, sabırdır, Allah’tan umudumuzu kesmemektir, Allah’tan rahmetini ve Cennetini ummaktır. Demek hastalıklar, sakatlıklar ve musibetler—dinî olmamak ve sabretmek şartıyla—o imtihana ve ibadete çok uygun düşüyor.
Nitekim Üstad Bedîüzzaman Hazretlerine göre ibadet iki kısımdır:
1- Müsbet ibadet. Bu kısım, bildiğimiz namaz, oruç, zekât ve hac gibi irademize bağlı olarak yaptığımız ve yapılması Cenâb-ı Hak tarafından emredilen ibadetlerdir.
2- Menfî ibadet. Bu kısım ibadet, hastalıklar, sakatlıklar, musibetler ve âfetler gibi insanın iradesi dışında gelip, insana Allah’ın aciz ve zayıf bir kulu olduğunu tam bildiren tecellilerdir. Bu yol ile musibete uğrayan, özürlü doğan, sakat kalan, hasta olan ve sıkıntı çeken kul zayıf olduğunu, aciz olduğunu tam hisseder, Rabb-i Rahîm’ine tam yönelir, tam sığınır. Yalnız O’nu düşünür, yalnız O’na döner, yalnız O’ndan yardım ister, yalnız O’ndan medet bekler, yalnız O’na yalvarır. Böylece halisane ve masumane bir ibadet dairesi içine girer. Allah’ın kulu olduğunu, Allah’ın yardımı, merhameti ve inayeti olmasa bir hiç olduğunu tam hisseder. Bu tür ibadete riya girmesine imkân yoktur. Onun için halistir.
Musibete uğrayan, hasta olan, sakat doğan veya sakat kalan kişi eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o zaman her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta öyle hastalar, özürlüler, sakatlar ve musibet zedeler var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçmektedir.
Bedîüzzaman Hazretlerine göre, sıhhatte ve âfiyette olmak, lezzetleri hissetmek, güzel tatları tatmak ve mutlu olmak gibi nimetler nasıl şükür gerektirir ve şükür dedirtir, o vücut makinesini çok cihetlerle vazifesine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olursa; musibetler, hastalıklar, özürler, sıkıntılar, dertler, elemler ve muhtelif arızalar da o vücut makinesinin diğer çarklarını harekete getirir, heyecan verir. İnsanın mahiyetine konulmuş olan acz, zaaf ve fakr madenini işlettirir. Böylece insan yalnız bir dil ile değil, her bir azanın dili ile Allah’a sığınır, dua eder, Allah’tan ister ve Allah’a niyaz eder. Güyâ insan o özürler dili ile ayrı ayrı binler kalem hükmünde hareketli bir kalem olur. Hayat sayfasında misal âlemine giden levhalarda hayatının şükürlerini, zikirlerini ve tesbihlerini durmadan yazar. Allah’ın isimlerini böylece ilân eder, Allah’ın isimlerinin manzum bir kasîdesi hükmüne girer, böylece fıtrat ve yaratılış vazifesini tam yapmış olur.4
Dipnotlar: 1- Bakara Sûresi: 155 2- Bakara Sûresi: 216 3- Riyâzu’s-Sâlihîn, 35 4- Lem’alar, s. 16-19
13.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|