Batı niye ileri gitti, biz niye geri kaldık? (2)
—Dünden devam—
Dünkü yazımızda Japonların asıl ustaları olan Avrupalıları geçtiklerini söyledik. Bunun için tarih bilmeye gerek yok. Bugün dahi bu böyle… Japonlar teknolojide şu anda da birinciler, medeniyetlerini taklit ettikleri Avrupa’nın önündeler. Ve bunu eğitimdeki başarı ve büyük hamleleriyle başarmışlar. Redingot şapka veya operayla değil. Bugün dünyanın en çok okuyan milleti Japonlar… Kişi başına yılda 25 kitap okunuyor Japonya’da. Fransa’da bu sayı 13. Amerika’da 12. Bizde maalesef bir kişiye bir kitap düşmüyor. İki hatta üç kişiye de bir kitap düşmüyor. Yedi kişi de sene de bir kitap okumuyor. On kişiye, evet Türkiye’de on kişiye bir kitap düşüyor. Ama son zamanlarda bu konuda güzel gelişmeler oluyor. Kitaplar da gündeme oturabiliyor. Bu sevindirici. Bazı kitaplar—içerikleri ve çok satmalarının sebebi tartışma konusu olsa da—çokça satıyor. Lâkin yeterli değil. “Türkiye’de ne zaman kitaplar da müzik albümleri kadar satılsa ve yazarlar san’atçılar kadar zengin olsa, memleketimiz o gün asırlık seferinin umulan, hedeflenen, uğrunda serlerden geçilen menziline varmış olur,” dersek, çok mu havai bir iddiada bulunmuş oluruz. Hedeflediğimiz Avrupa ve Kuzey Amerika’da bu böyle. Kitaplar albümler kadar, hatta onlardan çok satıyor. Meselâ Harry Potter… Toplam satış adedi galiba elli milyona yaklaşmış. Davinci Şifresi, o da milyon rakamını epeyce aşmış durumda. Biz de vaziyet hâlâ bunun çok uzağında. Kitapların milyon satmasını, şu anki nesil görmeyecek gibi. Kütüphanelere hâlâ çoğunlukla okul ödevlerini yapmak isteyen talebeler geliyor. Kitapçıların çoğunda in-cin top oynuyor. “Kitaplara para veremiyorum” cümlesi çokça duyduğumuz cümlelerden… Elim bir konu da normal vatandaşın okumamasını bir kenara bırakalım, okuması gerekenler, öğretmenler, araştırma görevlileri dahi yeterince okumuyorlar. Türkiye’de talebelik boyunca okul kitapları okunuyor, okulun bitmesiyle okuma ameliyesi de sona eriyor.
Burada bir anekdotu aktarmadan geçemeyeceğim: Şevket Süreyya Aydemir—oldukça ilginç bir zat bu. Gençliğinde Turancı. Sonra tam ters bir istikamete dümen kırıyor. Rusya’da üniversiteye gidiyor ve orada komünist oluyor. O fikirle Türkiye’ye geliyor, fikrinden dolayı muhakeme ediliyor, cezaevinde yatıyor. Çıkınca Kemalist oluyor, yetmiyor İnönist de oluyor. Menderes’in Dramı’nı yazıyor: İki rakipten İnönü’ye toz kondurmuyor, Menderes’i hataların müptelası gösteriyor. İşin ilginci bazı cümlelerinde yazarın tarafsızlığından söz ediyor. Bahsi fazla uzatmayalım, Suyu Arayan Adam adlı eserinde “Biz Rusya’da üniversitedeyken kütüphane konusunda bitmeyen bir tartışmamız vardı: O da kütüphane yirmi dört saat açık olsun mu? Olmasın mı?” Bu cümleleri aktardıktan sonra, “Sakın kütüphanenin mesai saatlerine göre açılıp kapandığını sanmayın. Sabah sekizden gece yarısı on ikiye kadar açıktı”’ şeklindeki hayret verici durumu yazıyor.
Islahatçılar ordular karşısına ordular çıkartarak veya asırlık kültürlerinden gelen elbiseleri değiştirmeye çalışarak boşuna serlerinden geçtiler. Maarife yönelmeliydiler. Ama sadece medreselere veya okullara yönelerek değil. Halkın tümüne yönelik kuşatıcı, kapsayıcı bir maarif hareketi başlatmalıydılar. Çünkü bataklık ancak maarifle kurutulabilir. Diğerleri sadece geçici tedbirler.
Bugün Japonlar kadar okuyan, onlar kadar eğitimde ilerleyen, onlar kadar ilerler, mesafe alır, rakiplerini geçer, müreffeh olur. Bu bir iddia değil. Yaşanan, ispatlı, haykıran bir gerçek… Türkiye’de de yılda kişi başına okunan kitap sayısı 25 olduğu zaman teknolojide, hatta her şeyde Japonya gibi olur. Milletlerin ilerlemelerinin, öne geçmelerinin ve sorunlarını çözmelerinin yegâne yolu, bu: Maarifte ilerlemek. Kaliteli bir eğitime sahip olmak… Okumayı sadece talebelere hasretmeyip, bütün vatandaşlara yayabilmek…
Bazı ülkelerde yeni çıkan bir kitabı oranın gençleri, kitapçılar önünde sabahlayarak bekliyorlar. Ona ilk sahip olanlardan ve okuyanlardan olmak için. Bu manzara hangi ülkede yaşanırsa, o da birinci ülke kadar ilerler, sorunlarını çözer ve müreffeh olur.
Simya’nın sırrı bu… Padişahlar orduya el atmakla beyhude yere taht ve candan oldular. Pınar maarif. Diğerleri ondan akan dereler. Pınar bulanık aktığı sürece dereleri temizlemenin imkânı olur mu? Buna çalışanlar bitap düşüp, vazgeçmek zorunda kalmayacaklar mı?
Kendi kültürümüzden vazgeçmekle muasırlaşacağımızı, medeniyet seferinde mesafe kat edeceğimizi sanmak, büyük bir hata. Böyle davranarak, bize şahsiyetimizi veren ve onu sağlamlaştıran cevheri yok etmiş oluruz. Yapılması gereken, kendi kültürümüzü geliştirerek, eksikliklerini gidererek ve onu ıslâh ederek seferimizde tekrar hızlanmaya çalışmaktır. Böylelikle hem şahsiyetimizi kaybetmez, yani mukallitleşmez, hem bir kültür sahibi olarak kudret ve kuvvet kazanır, hem de hedefimize varmış oluruz.
Mecelle. Bugünün genç nesline acaba bu kelime ne ifade ediyor. İmtihanlar olmasa, herhalde çoğu bu kelimeyi duymamış olurdu. Mecelle kısaca, Osmanlı hukuk âlimlerinin İslâm Hukukunu çağın sorunlarına cevap verebilir hale getirmek için, bir kurul oluşturarak meydana getirdikleri bir hukuk şah eseri. Bugün bile Ürdün gibi bazı Müslüman ülkelerde kısmen yürürlükte. Bizde ise medenî kanunun kabulüne kadar yürürlükteydi. İsviçreden medenî kanun ithal edilince yürürlükten kaldırıldı.
Şu an onuncu Mecelle’yi yazıyor ve tartışıyor olsaydık, bu mu bizim hukuk mirasımıza daha çok katkıda bulunuyor olacaktı, yoksa bir İsviçre mukalliti olmakla mı, hukuk mirasımızı zenginleştirdik.
Onuncu Mecelle’yi bugün tartışıyor olsaydık, farklı bir medeniyetin sahibi olurduk. Bir mukallit değil, münşi olurduk. Medeniyette tabi değil, takip edilen olurduk.
Japonya bu konuda bize bir şeyler söyleyebilir. Japonya teknolojide ne kadar gelişmiş ve ilerlemiş olursa olsun, medeniyette bir mukallit. Dünyaya yaydığı ve yayacağı farklı, asil ve Batı medeniyetine alternatif olabilecek bir medeniyeti yok. Bunu ancak Müslümanlar yapabilir. Batı medeniyetine, insanları mutlu etmediği ve edemeyeceği Batının bugünkü halinin, uyuşturucusunun, fuhşunun, aile kurumunun yıkılmasının ve daha onlarca çürüklüğünün adeta haykırdığı Batı medeniyetine alternatif olabilecek bir medeniyeti ancak Müslümanlar geliştirebilir. Bunu da medenî kanunlar ithal ederek değil, aksaklıklarını kendi kültürleri içerisinde ıslâh ederek, Mecelleler yazarak, alternatif sosyal hayat projeleri öne sürerek yapabilirler. Ve dünyanın bugün böyle bir şeye, güçlü, kudretli ve iddialı bir medeniyete ihtiyacı var. İnsaniyetin bugünkü hali adeta bunu haykırıyor. Ama ne yazık ki Müslümanlarda bu mecal ve kudret bugün pek gözükmüyor. Kimi tabi olmuş, Batının ağzının içine bakar duruma gelmiş ve bundan son derece memnun bir halde. Diğerleri ise kendi kabuklarına çekilmiş ve kendi dünyalarında yaşamayı tercih ediyorlar.
Zamanımızda ve bütün zamanlarda kuvvetlenmenin, sorunları çözmenin ve başı dik, izzet ve şerefle, sömürülmeden, teba ve tabi olmadan yaşamanın tek yolu, eğitimde ilerlemek, kültürlenmek, fikrî durağanlığa uğramamak, tefekküre hiçbir zaman zincir ve kayıt vurmamak, onu hür, özgür ve serazat bırakmaktır. Şayet bir durağanlık olursa, onu kendi kültürü içerisinde, kendin olarak ve kendi aksaklıklarını halletmeye çalışarak çözmeye çalışmaktır. Böylelikle mukallit olmaz, bir alternatifin sahibi olur, kendi özünüzü kaybetmez, ilmi, fikri ve medeni mirasınıza yeni zenginlikler katmış olur, irfan cephesinden daha da güçlenmiş olursunuz.
Aksine başka milletleri taklit ettiniz mi, kıymetiniz ancak bir mukallidin kıymeti kadar olur. Mukallitler ise her yerde küçümsenir, itibar görmez ve ikinci sınıftırlar. Ve komiktirler, ancak insanları güldürürler. İnsanları güldürenlerin ise, hiçbir çağ ve zamanda itibar görmedikleri bir gerçektir.
Taklit edilenin yanına gittiği zaman mukallit, zımnen ona seni kendimden üstün görüyorum, sen benden iyi ve öndesin der. Çünkü onu taklit etmesinin gerçek mânâsı budur.
Çare kendimiz olarak, kültürümüze düşmanlık etmeyerek mesele ve sorunlarımıza çözüm bulmaya çalışmaktır: Böylece hem biz irfanımızı zenginleştirerek kazanırız, hem de dünya tek medeniyetin kahrını çekmekten kurtulmuş ve alternatif kazanmış olur.
–SON–
|
Mehmet ÇINAR
13.12.2006
|