İhtilâl ve daha hafifi olan ‘süreç’lerle ilgili tartışmalar, Türkiye’nin gündeminden hiç çıkmıyor. 27 Mayıs 1960’da atılan ilk kanlı ihtilâl adımının devamı gelmiş, neredeyse her 10 yıla bir ihtilâl düşmüştü. İhtilâllerle hedeflerine ulaşamayan çevreler, son zamanlarda farklı yollara başvurdu ve ihtilâller yerine ‘süreç’ler başlatmayı tercih etti. 28 Şubat 1997’de yapılan da buydu.
2007 yılı seçimler yılı olması sebebiyle, yeni ‘süreç’lere odun taşınıyor. Ne yazık ki, bunun için de medya vasıtası kullanılıyor. Son günlerde artan yönlendirme maksatlı haberleri görünce başka türlü düşünmek mümkün olmuyor.
Meselâ bir gazete, “Mesai saatinde namaza gidiliyor” başlıklı haberiyle, bir hastahane çalışanlarını şöyle gammazlamış: “(...) Aradan 5 yıl geçmesine rağmen kamusal alan olan Haseki Eğitim ve Araştırma Hastahanesinde halen çok sayıda türbanlı ve hatta sakallı personel çalışıyor. (...) Mesai saatine denk gelen ikindi namazını hastahanenin karşısında bulunan Keyci Hatun Camii’nde üzerlerinde önlükleri olduğu halde kılıyorlar.” (Sabah, 14 Aralık 2006)
Hastahanenin ‘kamusal alan’ olup olmadığı tartışması bir yana, namaz kılanları bu şekilde şikâyet etmek ve hele hele ‘üzerlerindeki önlüklerle’ namaz kılmalarına vurgu yapmak anlaşılır gibi değil. Yahu burası Türkiye! Her hangi bir kişinin namaz kılmasına şaşırmak neyin nesi? Sade vatandaş namaz kılar da, memur, öğrenci, doktor, avukat namaz kılamaz mı? Eğer, “Camide kılmasınlar” diyorlarsa, (ki, buna hiç hakları yok) o zaman hastahanede bir mescid açılsın. O zaman da, “Hastahanenin hemen yanında cami olduğu halde, inadına mescid açtılar” diye manşet atarlar!
‘Süreç haberleri’nin biri de THY’de yaşanan ‘deve kesme’ hadisesidir. Habere göre THY, elinde var olan ve memnun olmadığı bir tip uçaktan kurtulunca, çalışanlarını ödüllendirmek için bir ‘deve’ kurban etmiş. Vay, THY bunu nasıl yaparmış! (Hürriyet, 15 Aralık 2006)
Bir defa böyle bir hareketin doğru olup olmadığını öğrenmek için ‘uzman’a müracaat gerekir. Çünkü kurban meselesi, temelinde İslâm inancıyla ilgili bir durumdur. Ehil olana sorulur: Böyle bir durumda kurban kesmek ‘fıkhen’ uygun mudur? “Uygundur” ya da “değildir” diye cevap alınır ve uygun değilse kişiler ikaz edilir. Ama bunu manşetlere taşıyıp, ‘kelle’ almak doğru değildir.
Kurban edilen ‘deve’nin ücretinin THY tarafından ödenmiş olması gibi ‘teknik’ konular bir yana, ilgili kişilerin bu haber üzerine sorumlu müdürü görevden almaları da yanlış olmuştur. Çünkü yine gazetelere yansıyan bilgilere bakılırsa, görevden alınan müdür, meslekî olarak başarılı bir isim. Gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında pek çok yerde çalışmış ve bu göreve de meslekî kariyeri sebebiyle tayin edilmiştir. Tabiî bu arada bir ‘suç’u vardır: THY’ye gelmeden önce çalıştığı işyerinde ‘sakal’lıymış. Gazeteler, kasıtlı olarak ‘eski/sakallı’ fotoğrafını kullanıp bu görüntü üzerinden dindarlara sataşmanın peşinde. İşin garibi, kendisi de bir ‘sakallı’ olan Cüneyt Arcayürek, görevden alınan müdürü ‘sakallı’ diye eleştirmiş! (Milliyet, 15 Aralık 2006) Ne yani, bir kişi ‘moda’ diyerek sakal bırakınca normal oluyor da, inancı gereği sakal bırakınca suçlu mu oluyor? Böyle çelişki, böyle yanlış olur mu?
Deve, cami ve mescid haberleri bitmeden; Kütahya’dan “yalancı peygamber” haberi patlayıverdi. (Sabah, Hürriyet, Bugün, 15 Aralık 2006) Bir kişi, “Ben peygamberim” diyorsa, en başta Müslümanlar onu yanından kovar. Dolayısı ile, böyle haberlerle Müslümanları rencide etmeye çalışmak, tek kelimeyle ahmaklıktır.
Bütün bunlar oluyor ve “Yeni süreçlerin peşinde olanlar var” tesbiti yapılınca da alınıyorlar. Bu ve benzeri onlarca haberi başka nasıl yorumlayabiliriz?
17.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|