İlk gördüğü Kâbe resmini hatırladı birden. Çok dikkatini çekmişti. Dedesinin odasının baş köşesine astığı bir resimdi. Dedesinin her defasında ona bakıp saatlerce konuşmadan seyretmesini ve hafif gülümseyerek neşelenmesini anlamaya çalışırdı.
Bazen de dedesi heyecanını paylaşmak ister, “Bak evlat, gördüğün bu Kâbe ve etrafı Harem-i Şerif’tir” derdi.
Zaman zaman bu canlanan hatıralar ile dedesini anardı.
Dedesinin uzun bir yolculuğa gidip, dönüşte kendisine hurma getirmesini hiç unutmuyordu. İkram edilen suyun, azar azar ve ayakta içilmesini merak etmişti. Sonradan öğrendi ki, bu içilen su Zemzem’dir.
Özel bir içecek olan ve Peygamber ailesine, muhtaç oldukları susuz bir vadide ikram edilmiş bir su. O ikram, ümmetlerin de hakkı olmuş. Bugüne kadar her mü’min o suya ya gidiyor, ya da gideceklere önceden geliyor. Kimyası peygamber kokusundan. Özelliklerini Kâbe’den almış. İçilen niyete kuvvet veriyor. Bir şifa pınarı gibi. Özel bir iletişim geliştiriyor bedenimizle. Akarken yemek borumuzdan, her anını izleyebiliyoruz. Hissettirerek akıyor içimize. Akıtıyor kendisini benliğimize.
***
Bir arkadaşı hac için ön kayıt yapmış. Duyduğunda heyecanlandı aniden. Yıllar öncesine gitti. Rahmetli annesi, çok isterdi “Hicaz yolunda ölmeyi.” Gençlik duygusuyla, çok anlam veremezdi. Biraz da garipserdi annesinin halini. Elbette ki kendisi de inanıyordu. Ancak bu kadar “burnundan tüten” sır neydi? Hep düşünürdü içinden.
Her hac lafı duyduğunda dedesi ve rahmetli annesinin o tatlı ve özlem dolu bakış ve sevecenlik içinde bir hayranlık duygusunu fark ederdi.
“Ben de bir gün...” dedikçe, sanki gizli bir el “Kendimi toparlayayım o zaman. İnşaallah gideceğim” diye diye orta yaş sınırına gelmişti.
Bir gün rüyasında annesi ile birlikte hacca gittiklerini gördüğünde çok heyecanlanmıştı. Uyandığında yatakta kalakalmıştı. “Bu yıl gideceğim” demişti. Sonra yakın çevresinin “Daha zamanın var” demesinin yanı sıra, “İşlerimi toparlayayım da öyle gideyim” lafına kanmıştı.
Sonradan gidememesinin acısını çekmişti. “Her neyse... Olan oldu” diye düşünmüştü. Ancak arkadaşının ön kayıt yaptığını duyması onu yine harekete geçirdi. Kendisi de başvurmaya karar verdi. Akşam evde eşi ile paylaştığında, eşi “Beyim, bak çocuğumuz daha küçük. Bu şartlarda ben gelemem. İyisi mi birkaç yıl sonra, çocuğumuz büyüdüğünde beraber gideriz” deyince, tekrar yeni bir gerekçeli engel hissetti içinden. Önce sessiz kaldı, sonra toparlandı “O zaman ben bir gideyim, sonra yine beraber gideriz” dedi.
Eşi anlayışla karşılamaya çalıştı, “Bu çocukların yükünü tek başıma nasıl üstleneceğim?” diye dolaylı bir destek istedi.
“Bir düşünelim” demeyi tercih etti beyi. O akşam çok farklı ve yoğun duyguların etkisi altındaydı zaten. Her defasında haklı görünen bir mazeretle Haccı geciktirmenin zorluğunu yaşadığını gördü. “Acaba tam istemiyor muyum?” diye geçirdi içinden. Yine dedesinden hatırladığı bir söz vardı: “İsteyince gidilir evladım” diye.
***
Akşam uyuyakalmıştı yerinde. Tatlı bir rüya ile uyandı. Annesi, “Yavrucuğum, benim yerime Hacca gitmeyecek misin?” diyordu. Şimdi daha rahatlamıştı. Annesinin ikinci mesajıydı bu. O zaman hemen hazırlık yapmalıydı. Öyle ya, önce kendi haccını yapmalı ki, ikinci bir defa annesinin yerine gitsin.
Fotoğraf netleşmişti, şimdi Haccını gidip yapacak, sonra da eşi ile birlikte annesinin yerine gidecekti. Bu düşüncelere dalmışken, arkadaşı telefonla aradı. “Senin yerine de ön kayıt yaptırdım. İstersen beraber gideriz. Sürpriz yapayım diye de söylemedim” deyince, gitmenin kendisinin iradesini aşan bir takdirle yönlendiğini idrak etti.
Eşi çoktan uyumuştu. Sabahleyin bu düşüncelerini son kez paylaşıp, gereğini yapmaya karar verdi.
17.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|