Ömer Bey: “Mevlânâ Celâleddin-i Rumî kimdir? Tanıtır mısınız?”
Bu gün şeb-i arusunu, yani Hazret-i Mevlâ’ya kavuştuğu günün sene-i devriyesini idrak ettiğimiz Hazret-i Mevlânâ, 1207’de Belh’te doğdu, 1273’te Konya’da ebediyete göçtü. Soyu baba tarafından Hazret-i Ebû Bekir-i Sıddîk’a (ra) dayanır. Anne tarafından da seyyittir. İlk tahsilini babası Sultanü’l-Ulema Muhammed Bahaüddin Veled’den aldı.
Belh’ten babasıyla birlikte ayrıldığında beş yaşındaydı. Ailesiyle birlikte Nişâbûr, Bağdat, Hicaz, Şam ve Anadolu’nun muhtelif şehirlerine gitti. Nişâbur’da bulundukları sırada Feridüddin-i Attar hazretleri iltifat etti ve “Bu çocukta bir nur-u İlâhî var. İstidadı fevkalâde” diyerek meşhur eseri Mantıku’t-Tayr’ın bir nüshasını kendisine hediye etti. Şam’da bulunduğu sırada Muhyiddîn-i Arabî ile, Şeyh Sadeddin-i Hamevî ile, Osman Rûmî ile, Mevlânâ Kemâleddin bin Adîm ile görüştü ve bunlardan ders aldı.
Hazret-i Mevlânâ ailesiyle birlikte yedi sene Karaman’da ikamet etti. Fakat sonradan Konya hükümdarı Alaaddin Selçukî’nin daveti üzerine Konya’ya geldi ve buraya yerleşti.
Tefsir, Hadis, Fıkıh, Mantık, Usul, Meânî, Edebiyat, Matematik, Fen, Tıp gibi pek çok zahirî ilimleri okudu ve her birinde uzmanlaştı. Babasının ölümünden sonra ders okutmaya başladıysa da, manevî ve ledünnî ilimleri almak üzere babasının işaretiyle Seyyid Burhânetttin Tirmizî’nin nezdinde riyazete ve içsel mücâhedeye başladı. Seyyid Burhanettin Tirmizî’den dokuz sene manevî ilimler tahsil etti. Tasavvufta yüksek makamlara ulaştı. Kalben yükseldi; fakat akıl ayağını da bırakmadı.
Hocasının Kayseri’ye gitmesi üzerine Konya’da talebe yetiştirmeye başladı. Binlerce talebeye ilim öğretti.
Bu sıralarda Tebriz’de “Uçan Güneş” olarak anılan ve sahip olduğu yüksek manevî ilimleri verebileceği bir yüksek istidat arayışına çıkan büyük mutasavvıf Şems-i Tebrizî, gördüğü bir rüya üzerine Konya’ya gelmişti. Peşinde binlerce talebesiyle Celâleddin-i Rumî’yi burada gören Şems-i Tebrizî, aradığı zatın bu olup olmadığını anlamak için ona bir soru yöneltti. Dedi ki:
“Peygamber Efendimiz (asm), ‘Ben Allah’a her gün yetmiş defa tövbe ediyorum’ derken; onun ümmetinden bazıları, ‘O ridâmın (hırka) içindedir’ diyor. Bu nasıl olur? Ne demektir?”
Hazret-i Mevlânâ:
“Hazret-i Peygamber’in (asm) istidadı sonsuza doğru durmadan yükseliş içindedir. Allah katında her gün yetmiş kat yükseliyor ve her yükselişinde Allah’a tövbe ediyordu. Onu, ridâsının içinde görenlerse kabiliyetlerinin ‘sınırlılığını’ ve artık yükseliş kaydetmediklerini ilân ediyorlar. Yükselişin anahtarı tövbedir” diyor.
Aradığı istidadı bulduğundan emin olan Şems-i Tebrizî artık Hazret-i Mevlânâ’dan ayrılmıyor. Aylarca “manevî sohbet” asansöründe birlikte yükseliyorlar. Hazret-i Mevlânâ’nın ledün ilmi böylece başlıyor ve kemale eriyor.
Hazret-i Mevlânâ tekkesinde Şeyh Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr’ı ile Hakîm Senâî’nin Hadîka’sını okutur ve bu eserleri takdir ederdi. Bir gün talebelerinden Hüsamettin Çelebi, bu iki kitap tarzında çağdaş bir kitaba ihtiyaç olduğunu söyledi. Hazret-i Mevlânâ da:
“Bana da böyle bir fikir ilham olunmuştu!” diyerek sarığının arasından çıkardığı bir kâğıdı Hüsamettin Çelebi’ye uzattı. Bu kâğıtta sonradan Mesnevî’nin baş tarafına konulan on sekiz beyit yer alıyordu. Sonra Hazret-i Mevlânâ söyledi, Hüsamettin Çelebi yazdı. Artık ilhamlar bir çeşmeden dökülür gibi dökülmeye başlamıştı. Yazdılar, yazdılar, yazdılar.
Hazret-i Mevlânâ’nın âlemi baştanbaşa akıl ve kalp gözüyle gören bir makamda bulunduğuna işaret eden Bedîüzzaman hazretleri, “Fikren arşa çıkan, Celâleddîn-i Rumî gibi diyebilir: ‘Kulağını aç! Herkesten işittiğin sözleri, fıtrî fonograflar gibi Cenâb-ı Haktan işitebilirsin.’ Yoksa Celâleddîn gibi bu derece yükseğe çıkamayan ve ferşten arşa kadar mevcudâtı ayine şeklinde görmeyen adama, ‘Kulak ver! Herkesten Kelâmullah’ı işitirsin’ desen, mânen arştan ferşe sukut eder gibi, hilâf-ı hakikat tasavvurât-ı bâtılaya giriftar olur”1 der.
Üstad Saîd Nursî, Mesnevî’nin bir hizmet tarzı olarak yazıldığı çağdaki makbûliyetine ve Risâle-i Nur ile arasındaki âhenge şöyle işaret eder: “Hazret-i Mevlânâ benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nur’u yazardı. Ben Hazret-i Mevlânâ zamanında gelseydim, Mesnevî’yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevî tarzındaydı. Şimdi Risâle-i Nur tarzındadır.”2
Allah onlardan razı olsun.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 272
2- Son Şahitler, 1/318
17.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|