Antalya’dan Ali Demir: “Kabir hayatını anlatır mısınız? Hesap gününe kadar suâl ve hayat nasıl olacaktır?”
Kabir hayatı âhiret hayatının ilk durağıdır. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, dünyadan başlayıp kabre, haşre ve ebede kadar uzanıp giden beşer yolculuğunun ilk istasyonudur.1
Kabir istasyonundan sonra yolculuk da devam ediyor, hayat da! Hayat devam ediyor; çünkü ruh bâkîdir. Kabirde insan ceset bakımından ölmüştür; fakat ruhen haydır, yani hayattadır, yani yaşıyor.
Kabir suali haktır. Kabir azabı haktır. Kabir saadeti haktır. Kabirden sonra ruhun cesetle birlikte yeniden dirilişi haktır. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: “İnsan diyor ki: ‘Öldüğüm zaman gerçekten diri olarak (kabrimden) çıkarılacak mıyım?’ İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır?”2
Kabirde azabı ruh çeker, saadeti de ruh görür. Fakat ceset hissesiz de kalmaz! Kabir hayatı açısından ceset ölmüştür; fakat ruha gelen darbelerin veya mutlulukların çok da uzağında değildir.
Çünkü günahlarda ruhun irade beyanı ve şer tercihi her ne kadar ön plânda idiyse de; cesedin fiilî rolü ve bizatihî iştiraki göz ardı edilebilir mi? Meselâ, koğuculuğu isteyen ve teşvik eden ruhî kuvveler ise de, bilfiil icra eden dil değil mi? Meselâ, hırsızlığa yönlendiren ruhî güçler ise de, hırsızlıktan fiilen beslenen ve faydalanan beden değil mi? Meselâ, içkiye sürükleyen ruhî temayüller ise de, içkiyi tadan, haram eğlenceden beslenen ve keyif alan beden değil mi?
Bunun aksi, sevap ve hayır noktasında da düşünülebilir. Hayra yönlendiren kalbin duyarlılığı ise de, hayır için çok çilelere katlanan bedenden başkası değildir. Meselâ, namaz için camiye gitmeye yönlendirdiğimiz ayaklarımızın hakkından geçebilir miyiz? Bir ihtiyaç sahibinin elini tutmakta kullandığımız ellerimizin hakkını görmezden gelebilir miyiz? Haramlardan yana sevk etmediğimiz ve helâl dairede terbiye ettiğimiz bedenimizin muhtelif organlarının, mükâfatı hak etmediğini söyleyebilir miyiz?
Hiç şüphesiz asıl cismânî lezzet de, cismânî azap da “ba’sü ba’de’l-mevtten” sonra, yani dirilişi müteakip kurulacak mizandan sonra, yani mahşerden sonra hayatın Cennet ve Cehennem şeklinde tecellîsi çerçevesinde görülecektir. Ve kabir hayatı genel itibariyle ruhânîdir. Fakat bir takım tecellîlerden cesedin de hissesini alacağı anlaşılmaktadır.
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm (asm) şöyle buyurmuştur: “Kabir, âhiret konaklarından ilkidir. Eğer insan ondan kurtulursa, gerisi kolaydır! Şayet kurtulamazsa, gerisi daha ağırdır.”3
Ebû Hüreyre (ra) anlatmıştır: Resûl-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm şöyle buyurdu: “Ölen kişi defnedildiği zaman ona siyah ve mavi gözlü iki melek gelir. Bunlardan birine Münker, öbürüne de Nekir denir.
Melekler sorarlar: ‘Bu zât için ne demiştin?’
Adam, ölmeden önce söylediğini aynen söyler: ‘O, Allah’ın kulu ve Resûlüdür. Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederim.’
Melekler: ‘Senin bunu söylediğini esasen biliyorduk!’ derler.
Sonra onun kabri yetmiş metre kare olarak genişletilir, içi onun için aydınlatılır. Sonra ona: ‘İstirahat et!’ denir.
O da: ‘Aileme dönüp onlara haber vereyim mi?’ der.
Melekler: ‘Gelin-güvey gibi uyu’ derler. Onları, ailesinden en çok sevdiği kişi uyandırır! O kişi, Allah onu yatağından mahşerde kaldırıncaya kadar rahatça istirahat eder.
“Şayet ölen münafık ise, meleklerin sorusuna: ‘İnsanların ona Peygamber dediklerini işitirdim! Ve ben de aynı şeyi söylerdim! Fakat hakikat midir, bilemiyorum!’ der.
Bunun üzerine melekler: ‘Senin böyle söylediğini esasen biliyorduk!’ derler.
Sonra toprağa: ‘Onun üzerine eğil!’ denilir. Toprak onun üzerine eğilir. Yan kaburga kemikleri yerlerinden oynar. Ve Allah onu yatağından mahşerde kaldırıncaya kadar, böylece toprakta devamlı olarak azap içinde kalır.”4
Yâ İlâhenâ, Rabbimiz sensin. Bizi kabir azabından, âhiret azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle. Âmin.
Dipnotlar: 1- Sözler, s. 27 2- Meryem Sûresi, 19/66, 67 3- Tirmizî, Zühd, 3 4- Tirmizî, Cenâiz, 70
15.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|