Urfa'ya doğru "ölüm yolculuğu"na çıkan (20 Mart 1960) Bediüzzaman Hazretleri, yanında bulunan talebelerinin şehadetiyle, birkaç kez tekraren şu ifadeleri sarf etmiş: "Kardeşlerim! Risâle–i Nur, bu vatana hâkimdir. Masonların, komünistlerin belini kırmıştır. Küfrün belini kırmıştır." (Bkz: Hüsnü Bayram, Bayram Yüksel ve Zübeyir Gündüzalp'in hatıraları.)
Evet, hakikaten bugün Risâle–i Nur ile rekabet edecek, muarazada bulunacak, yahut ona galebe çalacak herhangi bir cereyan görünmüyor.
Bu vatanda hükmeden bütün menfî cereyanların beli kırıldı. Nihayetsiz şükürler olsun.
Ancak, bellerinin kırılmasına, hatta bir kısmı kötürüm hale gelmesine rağmen, yine de yangın çıkarmaya, nesillerin iman ve ahlâkını yakmaya güç yetirebiliyorlar.
Evet, sakat ve kötürüm birisi, kolaylıkla yangın çıkarabiliyor.
Manevî, ahlâkî yangınların çıkartılması da, yine aynı kolaylıkla mümkün olabiliyor.
Hele hele, mânevî buhranın etrafı istilâ ettiği bir zamanda, bu fitne ateşi daha bir kolaylıkla körüklenebiliyor.
İşte, ne acıdır ki, tam da öyle dehşetli bir zamanda yaşıyoruz. Bu hususta, bakın ne diyor Hz. Bediüzzaman:
"Dünya büyük bir manevî buhran geçiriyor....
Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum."
Bu sözleri 1952'de yaptığı İstanbul seyahatinde Sebilürreşad mecmuasının sahibi Eşref Edib'e hitaben söyleyen Üstad Bediüzzaman, "Büyük kafaları gaflet içinde" gördüğünü ve çektiği derin ıztırabın ancak "umumî bir iman inkişafı" ile dinebileceğini ifade ediyor. (Bkz: Eşref Edib Fergan; Said Nur ve Nurculuk, s. 17, İstanbul 1963.)
Hülâsa, bugün nesilleri, hasseten gençleri açıktan açığa dinsizliğe, imansızlığa çağıran, yahut sevk etmeye çalışan adı–sanı belli ortada herhangi bir cereyan yok, denilebilir. Ancak, buna mukabil, nesilleri iman ve ahlâk cihetiyle yakan, örf ve an'ane itibariyle mahvetmeye çalışan türlü türlü telâkkiler, anlayışlar, alışkanlıklar ve hayat tarzları var. Bunlar, "gövdenin içine giren kurt" misali, bünyeyi kemirerek mahvediyor.
İşte bu vaziyet, en büyük bir "mânevî yangın"ın varlığını gösteriyor. Söndürmek için, nesillerin tâ çocukluk, hatta bebeklik yaşlarından itibaren iman nuruyla eğitilmesi, İslâm ahlâkıyla terbiye edilmesi, bugün için bir mecburiyet, hatta bir zaruret halini almıştır.
Kösteklemelere aldırış etmeden koşan ve nesilleri yakan bu dehşetli ateşi söndürmeye çalışan "itfaiye erleri"ne ne mutlu.
Günün Tarihi
Sarı Selim ve Kıbrıs'ın fethi
15 Aralık 1574: Sultan II. Selim'in vefatı.
"Sarı Selim" diye de tarihe geçen ve 50 yaşının içinde hayata vedâ eden II. Selim'in, hamamda düşerek vefat ettiği biliniyor.
Diğer Osmanlı Sultanları gibi, Sultan II. Selim de kendine has bazı özelliklere sahipti.
Bunların bir kısmını aşağıdaki başlıklar altında hülâsa edebiliriz.
Sancakbeyliğinden padişahlığa
Önce Konya’da, ardından Manisa’da ve son olarak da Kütahya’da sancakbeyliği yaptı.
1566'da babası Kànunî Sultan Süleyman vefat ettiğinde Kütahya'daydı. 23 gün sonra İstanbul'a geldi, hemen ardından babasının cenazesinin bulunduğu Belgrad'a giderek cülûs merasimi yaptırdı ve babasının yerine tahta geçti.
Yeniçeriler, gerek cülûs bahşişinin azlığı, gerekse şahsî dirayetsizliği sebebiyle, ilk kez bu padişaha karşı itaatsizlik belirtileri göstermiş oldu.
Ordunun başına geçmedi
II. Selim zamanında muhtelif memleketlere seferler düzenlendi, çeşitli savaşlar yaşandı. Meselâ, Yemen'e, Rusya'ya, Endonezya'ya, Kıbrıs'a, İnebahtı'ya...
Ancak, yeni padişah Kànunî'nin oğlu Sarı Selim, bu sefer ve savaşların hiçbirisine bilfiil katılmadı. Bu yönü itibariyle bir "ilk" sayılır.
"İnebahtı Bozgunu" onun zamanında yaşandı. Devletin çok güçlü olması hasebiyle, yakılıp yıkılan Osmanlı Donanması yeniden ve çok kısa bir sürede inşa edildi.
Kıbrıs'ın fethi
Sarı Selim zamanında yaşanan en mühim hadiselerden biri de Kıbrıs'ın fethidir.
Adanın fethi için, padişah ile üst rütbeli paşalar aynı fikirde ittifak içindeydi.
1571'de Şeyhülislâm'dan alınan fetvâdan sonra, Venedik Krallığının elinde bulunan Kıbrıs adası üzerine bir "Sefer–i Hümayûn" düzenlendi.
1 Ağustos'ta ada tümüyle fethedilerek Osmanlı'ya bağlandı.
Ne var ki, nüfuslandırma hususunda bazı hatalar işlendi. O tarihten itibaren Kıbrıs, adeta bir "sürgün adası" haline getirildi.
Selimiye Camii
Sultan II. Selim'in en hayırlı hizmetlerinden biri, belki de birincisi, Edirne'deki "Selimiye Camii"ni yaptırmasıdır.
Mimar Sinan'a inşa ettirdiği bu cami, eşsiz bazı özelliklere sahip olmasının yanında, koca mimarın da kendi ifadesiyle "ustalık eseri"dir.
15.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|