M üritlerini doğru istikamete sevk etmeye çalışan tarîkatlar kadar, bilhassa zamanımızda bağlılarını dalâlet yollarına sürükleyen ve adına tarîkat denen çeşit çeşit sapkın teşeküller de var.
Hemen hepsi de, faaliyetlerini "dinî kisve" altında yürütürler. Ancak, bir kısmının mahiyeti meçhûl, hatta karanlık.
Bir bakıyorsunuz, şişli–bıçaklı–ateşli gösterilerle işi şova dönüştürmüşler; dinle, imanla alâkası olmayan hırçınlıkları, kabalıkları, iğrençlikleri sergiliyorlar.
Adamın biri çıkıyor orasına burasına keskin bıçakları dayıyor, bir diğeri dilinden veya derisinden demir şişleri geçiriyor, bir başkası almış eteş parçasını diline değdiriyor, vesaire...
Allah akşına, bu garabetlerden hiç birisinin dinle, imanla, âyetle, hadisle bir ilgisi var mı?
İslâmın bu iğrençlikleri sergilemeye dair–hâşâ–bir emri, yahut bir tavsiyesi var mı?
Rabbimizin böyle işleri yapmaktan hoşnut olduğuna dair herhangi bir buyruğu olmuş mudur?
Yok, yok, yok...
Peki, o halde nedir bu "din adına" yapılan şaklabanlık?
Açıkça ifade edelim ki, bilerek ya da bilmeyerek olsun, dindarlık perdesi altında sergilenen bu tür vahşetler, en başta dine zarar veriyor, dinin yanlış şekilde tanınmasına sebebiyet teşkil ediyor.
Son olarak, burada bir şeyi daha açıkça ifade edelim: Dinen olduğu gibi, kànunen de yasak olan bu tür şiş batırmalı, bıçak saplamalı, ateşle oynamalı maskaralıkların üzerine, özellikle 1935'ten bu yana kasten ve bilerek gidilmiyor. Tâ ki, nezih bir din olan İslâmiyet, özünü bilmeyen bîçareler üzerinde kötü bir intıba bıraksın, imajı zedelensin.
Evet, böylesi vahşiyane gösterilerin, İslâmiyet düşmanlarından başka hiç kimseye, hiçbir faydası yoktur ve olamaz.
Günün Tarihi
Liman Paşa ve orduyu ıslâh ihtiyacı
14 Aralık 1913: Osmanlı ordusunun ıslâh edilmesi maksadıyla dâvet edilen Alman General Liman Von Sanders, başında bulunduğu 42 kişilik subay grubuyla birlikte İstanbul'a geldi.
Osmanlı ordusunun yenilenmeye, hatta modernize edilmeye şiddetle ihtiyacı vardı.
Ancak, uzun yıllardır bu meyanda herhangi bir teşebbüste bulunulamamıştı.
Kolay değildi; zira, en ufak bir değişiklik söylentisi bile askeri rahatsız ediyor, bazı paşaları isyan noktasına dahi getirebiliyordu.
Oysa, orduda yeni bir düzenleme yapmaya şiddetle ihtiyaç vardı.
Zira, bu ordu çok uzun zamandan beri katılmış olduğu savaş meydanlarından hep mağlubiyetle ayrılıyordu.
Neredeyse 200 yıldır devam edip gelen bu mâkus talihi bir şekilde değiştirme cihetine gitmek gerekiyordu.
İşte, başta Enver Paşa olmak üzere, ordunun ileri gelenleri bu yönde ciddi bir teşebbüste bulunmak istediler.
Özellikle, 1911'deki İtalyan Harbi, 1912 ve 13'teki Balkan Harplerinde yaşanan perişaniyet, orduda yeni bir düzenlemeyi zaruri kılmıştı.
Nihayet, Osmanlı ordusunun komuta kademesi bu işe karar verdi ve Almanya ile özel bir anlaşma yaptı.
Bu esnada, ordudaki yaşlı subayların emekliye sevk edilmesi ve ordunun gençleştirilmesi de gündeme geldi.
Hiç çekinilmeden, bu uygulamaya da gidildi. Binlerce subay emekliye sevk edildi.
Ne var ki, bu konuda tam isabet kaydedilemedi. Çünkü, ileri yaşta olsa da, bazı subaylar cidden aktif, dinamik ve hepsinden önemlisi büyük tecrübe sahibiydi.
Onların kritik bir zamanda emekliye zorlanması, Osmanlı ordusu için büyük kayıp oldu.
Genç subayların, Birinci Dünya Savaşında canla başla mücadele etmesine rağmen, muhtelif cephelerde mağlup düşmesinin bir sebebi de, harp sanatında tecrübe sahibi olamamalarıydı.
Liman Paşanın gelişi
Otto Liman, 1855 yılında Stolp’da dünyaya geldi. 1884 yılında orduya kaydoldu. 1911'de Tümgeneralliğe yükseldi.
1913 yılında ise, Türkiye’deki Alman askeri heyetinin başkanı olarak İstanbul’a geldi.
Yapılan anlaşma gereği, Orgeneral rütbesiyle Osmanlı ordusunda yapılacak olan reform hareketinin başına getirildi.
Aynı zamanda, karargâhı İstanbul'da bulunan I. Ordu Kumandanlığı ile Yüksek Askerî Şûra üyeliğine atandı.
Birinci Dünya Savaşının başladığı 1914 yılında mareşalliğe de getirilen Liman Paşa, Çanakkale Muharebeleri esnasında ise (1915), bölgede teşkil olunan 5. Ordunun Komutanlığına getirildi.
Mareşal Liman Von Sanders, Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, yani 1917–1918 yıllarında bu kez Filistin Cephesi’nde IV., VII. ve VIII. ordulardan oluşan Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığına getirildi.
Eylül 1918’de Filistin Cephesi kaybedilince, kuvvetlerini Halep’e kadar geri çekti.
Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı, bilahare M. Kemal Paşaya devredildiyse de, herhangi bir galibiyet vuku bulmadığı gibi, bölgede çöküş üstüne çöküş hadiseleri yaşanmaya devam etti.
Liman Paşa, Mondros Mütarekesinin imzalanmasından (30 Ekim 1918) hemen sonra, emri altındaki diğer Alman subaylarla birlikte Türkiye'den ayrıldı.
1929 yılında Münih'de ölen Liman Paşanın iki–üç adet hatıra kitabı var. Bunlardan biri de "Türkiye'de Beş Sene" ismini taşıyor.
Tarihten ders çıkarmak
Yaklaşık 90 yıldır, Liman Paşanın Türkiye'ye gelişi ve Osmanlı Ordusunun 1911–1918 yıllarındaki mağlubiyetleriyle ilgili tartışmalar yapılıyor.
Osmanlı Devletinin sırf bunların yüzünden savaşı kaybettiğini savunanlara karşı, 600 yıllık bir devlet için yaşanan mağlubiyetlerin bir mukadderat olduğunu ve zaten ordunun yaklaşık 200 yıldır hiçbir savaşı kazanmadığını savunanlar da var.
Tarihe sürekli tenkit nazarıyla bakmak ve bir tarafı şiddetle suçlamak yerine, olup bitenlerden bir ders–i ibret çıkarmaya çalışmak, en iyisi.
14.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|