Muhteris bazı eski politikacıların, iflas etmiş darbe heveslilerinin ezberini bozan, heveslerini kursaklarında bırakan gelişmelere tanık oluyoruz.
Gitmediği parti, tasfiye edilmediği siyasî hareket kalmayınca, askerin sırtından politika yapmak isteyen bazı müflis politikacıların, ikisi bir araya gelemediği halde milyonların temsilcisi gibi kıymeti kendinden menkul emekli subayların, kışlanın sırtından rant devşirdiği dönemler artık geride kalıyor.
Yaşanan onca deneyimden sonra, TSK artık birilerinin kendi adına konuşmasına prim vermiyor.
Hatta bundan rahatsız olduğunu açıklamalar yaparak ilân ediyor.
İyide ediyor.
Herkes kavgasını demokratik zeminlerde versin.
Başarısız olan gitsin, milletin desteğini elde eden gelsin.
Artık TSK adına çıkıp “bir komutan,” “askerî kaynak” gibi kimliği meçhul kaynaklar değil, bizzat Türk ordusu konuşsun.
TSK adına yapılan açıklamanın arkasında durulduğu takdirde, bir takım koltukları kapmak için askeri kullanmayı sanat edinenlerin önüne set çekilmiş olacak.
Çünkü bu tür işlerde bazıları malı götürürken, fatura TSK’nın üzerine kalıyor.
28 Şubat sürecinde öyle olmadı mı? Herkesin bir hesabı vardı, bunun uğruna ordunun gücünden yararlandılar. Seçim kazanarak iktidar olmayı başaramayan Mesut Yılmaz başbakan koltuğuna oturdu. Fırsat geçse Mustafa Kalemli başbakan olacak, Demirel görev süresini bir kez daha uzatacak, Çevik Bir Çankaya’ya kurulacaktı.
Ne oldu? 28 Şubat sürecinin bir sonucu olarak bankalar iflas etti, büyük ekonomik kriz yaşandı.
28 Şubat’ın işbaşına getirdiği hükümetin bakanları bugün Yüce Divan’da yargılanırken, bir kısmı daha o zaman Meclis’te yolsuzluk iddiasıyla verilen gensorularla düşürülmüştü.
Bunun faturasını kim ödedi?
Mesut Yılmaz ömründe son kez başbakanlık koltuğuna oturdu. Ama 28 Şubat sürecinin tüm olumsuz yönlerinin faturası TSK’nın üzerine kaldı.
Bugün PKK terörü denildiğinde 12 Eylül hatırlanıyorsa, bu asker adına izahı güç bir olay demektir.
Şimdi yine hiçbir yerde tutunamayanlar, siyasî çizgileri istikrarsızlıkla dolu olanlar, iyi bildikleri yöntemi kullanmaya kalkıştı. Bunun için askeri kışkırtma hevesine kapıldılar.
Önce randevu talepleri yüzlerine çarpıldı. Ardından da yazdıkları mektuba sert tepki verildi. TSK adına böyle bir mektubun kabul edilmesinin söz konusu olamayacağı belirtildi.
Bu tavır önemli…
Çünkü bu konuda gösterilecek bir zafiyet, kriz fırsatçılarını cesaretlendirir.
Kötü çağrışımlar yapmak istemiyorum, ama hatırlayın 28 Şubat sürecine giden yolda devrin başbakanına bazı generaller tarafından yapılan hakaretler, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in mektubunun Basın ve Halkla İlişkilerden sorumlu albay tarafından geri çevrilmesinin, gazete manşetlerine taşınmasındaki fütursuzluk birilerine cesaret vermişti.
Bu açıdan TSK şimdi kendi itibarına yakışan bir olgunla hareket ediyor.
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın, darbe kışkırtıcılığı yapma hevesini taşıyan, ahlâksız mektup için, “Böyle bir mektup bize gelmedi. Zaten böyle bir mektup gönderemezler. Biz askerlik hayatımızın bütün safhalarında demokrasiye, Anayasaya bağlılık yemini etmiş insanlarız. Bizim demokratik kültürümüz böyle bir şeye izin vermez. Gelirse de gereğini yaparız” diyerek tavrını ortaya koyması önemli.
Burada altı çizilmesi gereken bir nokta daha var. O da Büyükanıt’ın,”Biz demokrasiye, Anayasa’ya bağlılık yemini etmiş insanlarız” şeklindeki sözleri.
Bunu demokrasinin miladı ya da düğün bayram ilân edilmesi gereken bir olay gibi aktarmak istemiyorum.
Olması gereken bu. Ancak her zaman olması gereken olmuyor.
Bundan hem demokrasi, hem de ordu yara alıyor.
28 Şubat’ı gerçekleştiren askerlerden hepsi tasfiye oldu. Bir kısmının ordu evlerine giremediğini, meslektaşlarından yüz bulamadığını biliyor musunuz?
Ama ne oldu. Askerleri kullanan bazı batık siyasetçiler, bürokratlar, işadamları askerin sırtından iktidar oldular.
Şimdiki siyasî kadro 28 Şubat sürecinde Erbakan’ın yanlışlarını görüp, Milli Görüş hareketi ile yollarını ayırmış insanlar tarafından oluşturuldu. Kimi zaman zafiyet işareti taşısa da askerle krize yol açacak tavırlardan, askeri kışkırtacak beyanlardan uzak duruyor, diyalog kapılarını sonuna kadar açık tutuyorlar.
Kimi zaman eleştiri konusu olma pahasına da olsa...
Askerler de 28 Şubat sürecinde nasıl kullanıldıklarını gören ve ne hükümete endeksli, ne de iktidarın yeminli düşmanı gibi bir pozisyona düşmekten uzak duran, kendi sınırları içinde kalmaya özen gösteren bir görüntü çiziyorlar.
Olması gereken bu. Bundan hem asker, hem siviller kârlı çıkar.
Demokrasinin “kazan kazan” noktası da bu olsa gerek…
14.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|