Siyasî iradeye karşı, siyasetle karşı gelemeyecek mekanizmaların tepki bileşenleri artmaktadır. Kapalı devre oluşumlar, medya sayesinde alenileşmekte, belki de deşifre edilmektedir.
Bir anlamda açık siyaset pozisyonuna sürüklenenler, aynı zamanda millî iradeyi hazmedemeyenlerdir. Anayasal metnin herkese tanıdığı hakların, belli zümreler dışında kullanılması, bunları çileden çıkarmaktadır.
Kimden mi bahsediyorum?
Yaklaşan cumhurbaşkanı seçiminden ve anayasal sonuçları şimdiden engellemeye çalışan demokrasi hazımsızlarından...
Rahmetli Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl tehdit edildiğini, İstanbul’a geri gönderildiğini yakın tarihi okuyanlar çok iyi bilir.
Muhsin Batur’un 12 Mart sonrası, Meclise dayattığı “cumhurbaşkanı olmak” arzusunun nasıl püskürtüldüğünü de biliyoruz.
1982 askeri darbe anayasasına geçici 15. maddeyi koyarak kendisini korumaya alan, cumhurbaşkanı seçtiren dönemin darbecisi Kenan Evren’in referandumu (!) nasıl oyladığını da...
27 Mayıs darbesine son anda bulunan devrim generali Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanlığı da demokrasi dışı bir tercihtir. Kader, hayır getirmemiştir Gürsel’e.
Atatürk ve İnönü, tek parti döneminin cumhurbaşkanlarıdır. Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk ise asker kökenlidirler ve arka plan talep askerden gelmiştir. Seçilmeleri gizli bir anlaşma sonucudur. Bunu doğrulayıcı açık metinler olmasa da, siyasetin sivil cumhurbaşkanı seçememesi bunun alametidir.
Siyasetin sıkıştığı alanda uzlaşmaya gidilmiş. Devletin demokratik sisteme geçmesi zımnen engellenmiş ve hükümetin tasarruf alanına devlet katında ortak bulma senaryosu hayata geçirilmiştir.
Özal ve Demirel, Bayar sonrası sivil siyasetin Çankaya’ya taşıdığı demokratik teamüllerdir. Ancak bu iki başarılı deneme, dağınık siyasetin uzlaşamamasından dolayı sürpriz bir şekilde Ahmet Necdet Sezer’i 10. Cumhurbaşkanı yapmıştır.
O gün lehte oy kullananların bir kısmı AKP’de milletvekili, hatta bakan, meclis başkanı. “Demirel olmasın da kim olursa olsun” psikolojisi bugünkü neticeyi verdi. Sanırım bu hissiyatın sahipleri sonuca da katlanıyorlar.
Şimdi sıra 11. Cumhurbaşkanı seçiminde. Önümüzde dört aylık bir süre var. Meclis dışı güçler, cumhurbaşkanı seçiminde etkili olmak için kolları sıvadı. Direk, dolaylı, strateji, taktik, provokasyon ve gerilim dahil her yolu mübah görüyorlar.
Anayasal vatandaşlığın eşitliğine inançları yok. Olsaydı, kuralları belli bir demokratik sürece şaibe düşürmeye kalkmazlardı.
Nitekim Ulusal Birlik Hareketi adıyla kamuoyunun karşısına çıkan “sivil inisiyatif” görüntülü takımın ilk üçlüsü; Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) başkanlığında Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) ile Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonudur (KAMUSEN).
ADD Genel Başkanı emekli orgeneral Şener Eruygur, hareketin başkanlığını üstlendiği toplantıda, hedeflerini şöyle açıklıyor: “Cumhurbaşkanlığı makamının cumhuriyet’in değerlerini içine sindirememiş bir kişi tarafından işgal edilmesini önlemek.”
Diyalog grubu adına DSP’li İstemihan Talay, Türkiye Emekli Subaylar Derneği Başkanı Rıza Küçükoğlu ve 27 Mayıs Milli Devrim Derneği Başkanı Avni Güler de işin içinde. Başka dernek ve kuruluşlar da var. Gördünüz mü Vehbinin Kerrakesini?
28 Şubat’tan kalma “Beşli sivil inisiyatif”ten sadece TESK var. Burada gözümüzü tırmalayan, yeni aktör Türk Kamu Sen. Bu bir 28 şubat provasıdır. Teyakkuzda olmak gerekir.
Bu durumda hükümet sıkı durmalı, papuç bırakmamalı ve tercihini ortaya koymalı. O zaman demokratik güçleri arkasına alabilir. Hükümetin gerilecek ortamda kendine güveni yoksa, ikinci bir kartı daha var; cumhurbaşkanını halka seçtirmek. Şimdiden doğru kararını vermeli.
Çankaya mevzileri ile AB direnişleri iç içe girmiş durumda. Demokratlarla karşıtlarının “meydan muhaberesi” kızışacak. İki ana duruş var. Gerisi sonra gelir. Buna göre herkes duruşunu belirlemeli.
14.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|