Günün en zengin ailelerinden birinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Köleliğin daha hükmünü icra ettiği o günlerde 700 köleleri vardı. Malı, mülkü, şöhreti, sağlığı, dünya saltanat ve şaşaasına diyecek yoktu. Şansa şan, şöhretse şöhret, dünyevî hususlarda ulaşılabilecek son noktaya ulaşmıştı.
Alabildiğine refah içindeydi. Her istediğine kavuşabiliyordu. O kadar ki, “Eğer bir melek gelse benden ne istediğimi sorsa, ondan ne istediğimi bilemiyorum” diyecek kadar doygundu. Görünüşte mutlu olmasına hiçbir engel yoktu. Bunlar insanı mutlu etmeye yetseydi dünyanın en mutlu insanlarından biri olurdu.
Ama hiç de öyle olmadı. Ruhu, kalbi, aklı, duyguları allak bullak olmuş, zikzaklar çizmeye başlamış, karşılaştığı bazı olaylar müthiş sarsmış, yıkmış, karamsar ve kötümser yapmış, ümitsizliğe atmıştı.
Hele şu sevgili kardeşinin kolları arasında ölmesi yok mu, onda şok tesiri yapmış, “Hayat feci! Bu kadar uğraşma, mücadele neye yarar?” demeye başlamış, kahırla, “Madem ki sonuçta geriye kalan birşey yok. Madem ki ölümün adım adım yaklaştığını hissediyorum. Ben de öleceğim ve mezarımda otlar bitecek!” demekten kendini alamamış, “İyice anladım ki hayatımın dayandığı şeyler kırılıyordu. Tutunabileceğim hiç birşey yoktu. Beni yaşatan şey şimdiden yok olmuştu. Artık ruhça yaşamayacaktım. Hayatım durmuştu” der olmuştu.
Aslına bakılırsa o kendi kendini bu duruma sokmuştu. Kâinatta hiç birşey anlamsız, hikmetsiz, lüzumsuz değildi. O ise her şeyi şuursuz tabiata, kör tesadüfe havale ediyor, inançsızlığın verdiği sıkıntılarla bunalımlardan bunalımlara düşüyordu. Geçmiş ve geleceği avucunun içine alan aklı ona bir türlü rahat yüzü vermiyor, için için kıvrandırıyordu. İntiharı dahi düşünecek uca gelmiş, tam o esnada kendine göre nice imkânsızlık ve yokluk içinde kıvranan milyonlarca insanın niçin intihara girişmediklerini düşünüp intihardan vazgeçmişti.
Her şeyin sahibi ve her şeyin dizginleri elinde bulunan, yaptığı her işte sayısız hikmet ve faydalar gözeten, sonsuz ilim, kudret ve rahmet sahibi bir yaratıcının varlığına inanabilseydi, kendini böylesine başıboşluğun seline atar mıydı?
Nihayet bu duygu ve düşünceler, bu sıkıntı ve ürperti, bu arayış o güne kadar yaptıklarını sorgulamaya götürdü onu. Kendi kendine, “Bütün bu yaptıklarım neye yarar? Yaşadığım gibi yaşamak niçin? Varlığımın anlamı ne? Ne yapmalıyım?” diye sormaya başladı.
Gerçekten neydi hayatın anlamı? Niçin yaşıyordu ve yaşamalıydı insan? Etrafta olup biten olaylar ne anlatmaktaydı?
Bir sonraki yazımızda inşaallah bunun üzerinde de duralım.
15.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|