16 Aralık 1474: Yaşadığı asrın en büyük ilim ve fen adamı Ali Kuşçu'nun vefatı.
Birkaç ilim dalında mütehassıs olmuş tarih içindeki ender âlimlerden biri sayılan Ali Kuşçu'nun doğum tarihi tam olarak bilinemiyor. Tahminlere dayanan kayıtlara göre, 1403 senesinde Semerkant’ta (Türkistan) doğdu.
Babası Muhammed, Timur'un torunlarından Maveraünnehir Emiri Uluğ Beyin "Kuşçubaşı"sıydı. Kendisine "Kuşçu" lâkabının verilmesi de buradan, yani baba mesleğinden kaynaklanıyor.
Bir ilim âşığı
Ali Kuşçu, küçüklüğünde çok iyi bir eğitim gördü. Fıtratında var olan şiddetli merak saikasıyla da, ilmini kısa sürede geliştirme şansına sahip oldu.
En çok ilgi duyduğu ilim dalları arasında matematik ve astronomi başta geliyor. Bu şiddetli ilgi ve merakı sebebiyle, devrin en büyük âlimlerinden olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî gibi zâtlardan matematik ve astronomi dersi almaya yöneldi.
Ancak, bununla yetinmedi. İlmini daha da geliştirmeye devam etti. Bu maksatla Kirman şehrine gitti. Burada Kamerin Safhaları ile Şerh-i Tecrîd isimli eserleri kaleme aldı.
Semerkant ve Kirman'daki ilmî tahsil ve tâlimini tamamladıktan sonra, Emir Uluğ Beyin yardımcısı oldu. Aynı zamanda rasathaneye müdür sıfatıyla tayin edildi.
Rasathanede gece gündüz demeden çalışıyor, bu sahadaki ilmî keşif ve buluşlara yenilerini katmak için âzami gayret gösteriyordu.
Semerkant'taki Uluğ Bey Rasathanesi, bu dönem itibariyle dünyanın en gelişmiş, en donanımlı ve hayranlık uyandıran bir seviyeye gelmiş durumdaydı.
Dönüm noktası
Yaklaşık otuz sene müddetle astronomi sahasında çalışan Ali Kuşçu, 1949'da her şeyi bir tarafa bırakarak hacca gitmeye karar verdi. Bu davranışının sebebi, en olmayacak bir zamanda ve en olmayacak bir vukuatla, değerli hükümdarı Uluğ Beyin 1449'da öldürülmesiydi.
Ne yazık ki, büyük âlim ve kudretli bir hûkümdar olan Uluğ Bey, kendi öz oğlunun ihânetine uğramıştı.
Uluğ Beyin bir ihanete kurban gitmesi Ali Kuşçu'nun da dünyasını değiştirmeye sebebiyet verdi.
Bu fecî hadise, onu fazlasıyla sarstığı için, çoluk çocuğunu da alarak Tebriz'e göçtü. Burada, Akkoyunlu devletinin sultanı olan Uzun Hasan'ın yanına gitti ve bu kez onun hizmetinde çalışmaya başladı.
Uzun Hasan, Ali Kuşçu'ya çok büyük saygı gösteriyor ve ona aynı derecede itimat ediyordu. Öyle ki, Konstantiniye fatihi, Fatih Sultan Mehmed ile olan ihtilâfında bile Ali Kuşçu'dan aracılık rolü üstlenmesini istedi.
Ali Kuşçu, Sultan Fatih'in de kendini iyi yetiştirmiş bir mühendis ve bir ilim adamı olduğunu biliyordu.
Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak, İstanbul'a gitmek üzere yol hazırlıklarına başladı. Günün birinde yola çıktı ve Osmanlı'nın hükümet merkezi olan İstanbul'a geldi.
Padişahın huzuruna çıkan Ali Kuşçu, Sultan Fatih'ten de çok büyük iltifatlar gördü. Hem de, bugüne değin hiç görmediği kadarıyla...
Zira, kendisinden evvel, Sultan Fatih'e ilim sahasında şöhreti ve hatta eserleri gelmişti.
Haliyle, o da bu duruma hayret etti ve hayranlıkla karşıladı. Demek ki, Osmanlı Sultanı ilme, fenne pek büyük bir kıymet veriyordu.
İstanbul'da bir elçi bilgin
Ali Kuşçu, İstanbul'a Uzun Hasan'ın elçisi sıfatıyla gelmişti. Padişaha sebeb–i ziyaretini anlattı. Padişah da dinleyip bunları kayda geçirdi.
Ancak, Sultan Fatih, bilgin elçinin hemen Tebriz'e dönmesini istemedi. Ona şöyle bir teklifte bulundu: "Bir müddet İstanbul'da kalın. Rasathanemizi de görün. Bilginlerimizle müşterek çalışmalar yapın. Ayrıca, sahip olduğunuz ilmî vukufiyetle, medreselerinde tahsil -gören ilim heveslisi gençleri yetiştirmeye çalışın."
Ali Kuşçu, bu teklifi beklenmedik bir iltifat olarak kabul etti.
Her bakımdan kendini yetiştirmiş olarak gördüğü Sultan Fatih'in bu arzusunu bir nevi emir olarak telakki etti.
Ama, ahlâkve dürüst bir ilim adamı olduğu için, Sultan Fatih'e şu sözlerle mukabelede bulundu: “Hünkârım, izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr dâvetini kabul etmeden önce, vazifemi iyi bir neticeye ulaştırdığımı, itimat ederek beni gönderen insana bildireyim.”
Fatih, Ali Kuşçu'nun bu yaklaşım tarzından da hoşnut oldu ve hatta takdirle karşıladı: Zira, hem yapılan dâveti reddetmiyor, hem de üzerine aldığı vazifenin hakkını vererek dürüst bir davranış sergiliyordu.
Bir müddet sonra geri dönen Ali Kuşçu, Sultan Fatih'e verdiği sözünü tuttu. Yaklaşık iki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den İstanbul'a doğru yola çıktı.
Osmanlı hududunda büyük bir ihtişam ile karşılanan Ali Kuşçu, aile efradıyla birlikte İstanbul'a getirildi.
İstanbul'da hemen ders vermeye başladı ve rasathaneyi de günden güne geliştirmeye azmetti.
Bu gayretlerini, vefat tarihi olan 1474'te kadar da aralıksız şekilde devam ettirdi. Mezarı Eyüp Sultandadır.
Eserleri
Matematik ve Astronomi
1- Risâle Fi'1 Fethiye (Fetih Risâlesi)
2- Şerhi Tici Uluğ Bey
3- Risâle-i Muhammediye (Cebir ve Hesap konularından bahseder)
4- Risâle-i fi'l Hey'e (Astronomi Risâlesi)
5- Risâle-i Hisap (Aritmetik Risâlesi)
6- Risâle-i Adudiye Unkud-üz zvehir fi Man-ül Cevahir (Mücevherlerin Dizilmesinde Görülen Salkım) Vaaz İstiara.
Kelâm ve Usul-i Fıkıh
1- Eş-Şerhu'I Cedid ale't-Tecrid
2- Haşiye ale't-Telvin
Dil ve Gramer
1- Şerhu'r-Risâlet-i-vaz'iyye
2- Risâle fi vazi'l-müfredat
3- Unkudü'z-Zevahir
4- Şerhuş-Şafiye li'bni I-Hacib
5- Fa'ide li-tahkiki lami't-târif
6- Risâle ma ene kultü
7- Tecrid'ül Kelâm (Sözün Tecridi)
16.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|