Alabildiğine zengin, her istediği elinin altında olan, ama bir türlü hayatın anlamını kavrayamadığı için mutluluğu yakalayamayan ünlü insan, birgün bir yoksul köylünün ağzından dökülen şu cümlelerle çarpılmışa döndü. Köylü, “İnsan kendi kendisi için değil, Yaratanı için yaşar, çalışır” diyordu. Aklına dank etmişti bu cümle. Demek o yoksul insanlar ne para, ne şatafat, ne lüks ve depdebe içinde yaşıyorlar ve ne de yüksek bir mevkide bulunuyorlardı. Buna rağmen inançlarıyla hayatın güçlüklerini göğüslemeyi başarıyorlardı. Demek pratiğe dökülen inanç, hayatın binbir türlü sıkıntılarına karşı bir paratönerdi. Demek insan bu sûretle ümitsizlik ve karamsarlıktan kurtulabiliyordu.
Otuz beş yıllık görünüşte parlak, fakat gerçekte bunalımlı ve sıkıntılı, o ölçüde de arayış ve sorgulama içinde geçen yıllar, gün gelecek onu gerçeklerle yüzyüze getirecek, hakikat yolcusu gibi, “Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm. Seni arıyorum. Sana dehalet ediyorum ve Sana hizmetkârım. Ve Senin rızanı istiyorum ve Seni arıyorum” diyecekti.
“Allah’ı bulan her şeyi bulur. Onu bulamayan ise hiçbir şeyi bulamaz” der ya Hikem-i Ataiye. Görünüşte her şeye sahipken, inançsızlığı sebebiyle hiçbir şeyi bulamayan, ısrarlı bir arayış içine giren o kâinat misafiri gün gelecek üzerindeki değişiklikleri şöyle dile getirecekti:
“Erken gelmiş bir bahar günüydü. Ormanda yalnızdım. Ağaçların sesini dinlerken düşünceye dalmıştım. Son üç yılımdaki iç kargaşalıklarımı, Allah’ı arayışımı, sürekli olarak sevinçten ümitsizliğe düşüşlerimi düşünüyordum. Birdenbire, ancak Allah’a inandığım zaman yaşadığımı anladım. Onu düşünmekle bile sevinçli hayat dalgaları yükseliyordu içimde. Çevremde her şey canlanıyor, her şey bir anlam kazanıyordu. Ama inanmamaya başlar başlamaz hayat duruyordu.”
Bulunduğu çevrede din adına Hıristiyanlık vardı. Karanlıkta mum ışığı gibi yanan, aslından uzaklaşmış Hıristiyanlığa küfrün karanlığından baktığı için dört elle sarıldı. Üç sene büyük bir teslimiyetle dini yaşamaya başladı. Ama ne İncil, ne de Hıristiyan din adamlarının fikirleri onu tatmin etti. Üçlü ilâh inancına bütünüyle karşı çıktı. Hz. İsa’nın, hiçbir zaman ilâh olduğunu söylemediğini savundu. Düşünceleri sebebiyle kilisenin aforozuna uğradı.
Fakat o bunlara aldırmadı. Onca şatafatlı hayattan sonra sade ve mütevazi bir hayata yöneldi. Kiliseyi tenkit eden görüşlerine karşılık İslâma hayranlık ve saygı duymaya başladı ve Müslümanların sevgi ve takdirini kazandı. Sayısız tebrik mektupları aldı. Onlarla buluşmak, bir arada bulunmak için yola çıktı. Yaşı 82’yi bulmuştu. Sonunda dayanamayan vücudu onu taşıyamadı, 1910’da Hakkın rahmetine kavuştu.
İki gündür özetle hayat hikâyesini verdiğimiz bu kişi eserleri doksan cildi bulan, dünya edebiyatında derin izler bırakan ünlü Rus yazarı Tolstoy’dan başkası değil.
Düşünen, gerçeği araştıran insanların son durağı İslâmdan başka ne olabilir ki?
16.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|