Irak Halkına Yardım Konferansında Cebeli Lübnan müftüsü Muhammed Ali Cuzu ile de karşılaştım. Daha lâfa girmeden o lâfını patlattı: “Ve cae devru Türkiye...” Yani ‘Türkiye’nin sırası geldi veya vakti geldi’, neredesiniz? Sağda solda oyalanmaktan bıkmadınız mı? Bu sözler bana başka bir fasılayı hatırlattı. İran devriminden sonra o günlerde Abdullah Garib müstear adıyla birisi ‘Cae Devrul Mecus/Mecusilerin (İran) sırası geldi’ adlı bir kitap yazmıştı. Şimdi de yeni Salibi-Siyonist ve Safevi ittifakından bahsediliyor. Belki bu mübalâğa fakat İran’ın Taliban ve Saddam rejiminin devrilmesinde oynadığı rol Sünnilerle Şiiler arasındaki 1921’den beri devam eden ‘akdu’l-vatani’ denilen millî mutabakat havasını dağıtmış.
Mevlânâ kalplerin kırılmasını şişelerin kırılmasına benzetir. Şişeler kırıldığında tamiratı güçtür. İmam-ı Ali de (ra) bu fitne durumlarını şöyle izah eder: “Şerrun la yenfau meahu hayrun/hayrın tesir edemediği şer’. Maalesef kalpler taifiyye denilen belâya ve illete kilitlenmiş durumda. Ayetullah Humeyni’nin Hama konusundaki duyarsızlığı ve Esad rejimiyle genel ittifakı Irak cephesinde ABD ile ittifaka dönüşmüş, 1980’li yıllarda sadece Adnan Sadeddin ile Said Havva bu noktada doğrudan İran karşısında tavır alırken bugün neredeyse bütün Sünnilerin görüşü bu olmuş. Öyle olmuş ki, artık ortak namaz kılmaya bile şüphe nazarı ile bakıyorlar. Sözgelimi Fethi Yeken’in Beyrut’ta Şiî ve Sünnilere ortak namaz kıldırması muazzam tepkiler çekti. Ahmet Muvaffak Zeydan gibi Suriyeli gazeteciler: “Ya Şeyh olmadı” şeklinde yazılar kaleme aldılar. Halbuki ABD’nin Irak işgali sırasında fitne ortamına karşı Şiî ve Sünniler biraraya gelebiliyorlardı. Zamanla Sistani ve Halisi gibi mutedil sesler de kısıldı ve duyulmaz oldu. Hatta iki taraf da bu gibi mutedil isimlere şüphe nazarıyla bakıyorlar. Sünniler iltifat etmediği gibi Şiiler de artık sözlerine kıymet vermiyor. Bir kısmı ABD’nin en büyük pasif destekçisinin Sistani olduğunu ve Bremer ile kısa döneminde onlarca mektup teati ettiğini söylüyorlar. ‘Ilımlı’ görünenler bile böyle reddedilirse ateşe benzin gibi giden Abdulaziz Hakim gibilerin Sünnî kesimlerde imajını varın siz tasavvur buyurun. Yeken gibi ortak zemin arayanlara şüphe ile bakıyorlar. Başkalarının projelerine ve gizli gündemlerine alet olmakla suçluyorlar. Bir kere şişe kırılmış. Mevlânâ kalplerin kırılmasını şişenin kırılmasına benzetir. Gerçekten de İran fırsatçılıkla Irak’ta ölümcül bir hata yapmıştır. Artık İran’ın Arap dünyasına Hizbullah üzerinden girmesi mümkün değil. Hizbullah’ın ve İran’ın gizli ajandasından, rol dağılımından ve yeni Safeviliklerinden bahsediyorlar. Karşılıklı olarak bu kin birikiminin havasının alınması için Irak’ta elinde imkân olan ve devletin aygıtlarını ele geçirmiş olan Şiî gruplara büyük vazife düşüyor. Onlar kırdığı için tamir etmek de onlara düşüyor. Üstelik tamir imkânını elinde bulunduran da onlar. Bu tamir aşaması, samîmî bir şekilde geri adım atmasından ve infiradçı siyasetten vazgeçmesinden geçiyor.
Kayıp ve kayık dengeye Sünnilerin de adil bir şekilde ortak edilmesinden geçiyor.
Rebi Hafız, ‘Musullular için en büyük bayramın Türk askerini yeniden topraklarında gördükleri an olacaktır’ diyor. Lübnan şarka dönüşün ilk kapısı oldu ve hadiseler sonuçta Türkiye’yi bölgeye taşıyacaktır. Bugün Türkiye’nin yolunu gözleyen Araplar aynen Abdulhamid’e karşı çıkan Şair Eşref’in durumuna benziyor. Bütün Araplar eşrefleşti. Türkiye’nin bölgeye dönüşü Amerikan planı değil, bölge halkının ortak temennisidir...
Kaderin bir cilvesi Fethi Yeken’e karşı Lübnan’da Hizbullah’ı yekten eleştiren ve bu yönüyle Muşar ez Zaydi gibilerin bile tepkisini çeken Muhammed Ali Cuzu gibilerin ‘Türkiye’nin zamanı geldi’ dedikleri bir sırada Zbigniew Brzezinski ile İran uzmanı Robert M. Gates (Rumsfeld’in halefi)’in kaleme aldığı “İran’ın zamanı geldi” kitapçılarda.
Beyaz öküz meselinde olduğu gibi Afganistan ve Irak’tan sonra sıranın İran’a geldiğini yazıyorlar. Ama bu sıranın mahiyeti ne? Dostluk mu, düşmanlık mı yoksa pazarlık mı? Brzezinski ve Kissinger pazarlığı tavsiye ediyor. Her halükârda İran’ın (geçen) zamanından sonra şimdi Türkiye’nin zamanı geliyor. Bazı İran namına konuşanlar Türkiye’nin Ortadoğu ve Lübnan bataklığına saplanmamasını tavsiye ediyorlar ama bu tavsiyelerini önce keşke dost olarak gördükleri İran’a yapsalardı. Birileri de yine bataklığa saplanmadan ABD’ye yapsaydı da denge ve denklem bozulmasaydı. Teker devrildikten sonra (denge bozulduktan sonra) yol gösteren çok olurmuş. Ve bu yol gösterenler de ne yazık ki tekeri devirenlerin ta kendileridir.
Bunlar için söylenecek söz şudur: Korkunun ecele faydası yoktur...
17.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|