En sonunda Şili diktatörü Pinochet de öldü. Toprağı değil külü bol olsun. Bir de mezarının nasıl korunacağı gibi dert çıkmasın diye olsa gerek, yakılmasına karar verildi.
Şüphesiz, sayısız canlıyı yoktan var eden Âlemlerin Rabbi, vaktiyle yarattıklarını küllerinden de olsa tekrar yaratmaya kâdirdir ve vaad ettiği gibi yaratacaktır. Zerrelerin Âlemlerin Rabbine itaati, askerlerinin Pinochet’e itaatinden daha az değildir ki, İsrafil’in boru sesiyle bir araya gelmekte geciksinler!
1973’te askerî darbeyle iktidarı ele geçiren Pinochet’in, uzun süren iktidar döneminde binlerce kişi öldürüldü, kayboldu; on binlerce kişi de insan hakları ihlâline maruz kaldı. Kendisini destekleyen ülkelerin temin ettiği dünyanın en meşhur ekonomi kurmayları ve güçlü finans desteğine rağmen ekonomi iyiye gitmedi. İşsizlik çığ gibi arttı. Tabiî her antidemokratik yönetimde olduğu gibi ülke ekonomisi ile yöneticilerin ve çevresinin servet artışı ters orantılı idi.
Darbe yaptığı yılları tam hatırlamasak da, iktidarı bir türlü bırakamadığı, hesap sorulur endişesi ile muhafazaya çalıştığı ileriki yılları hatırlamak mümkün. Kendisi ile röportaj yapan bir gazetecinin “Demokrasiye ne zaman geçeceksiniz?” sorusuna müthiş tepki göstermişti ve “Nedir bu demokrasi hastalığı, bir türlü anlamıyorum?” demişti. O ve onun gibilere göre demokrasi bir hastalıktı, kendileri de cerrah; tedavi için memleketlerini kesip biçiyorlardı. Kaderin garip bir cilvesidir ki, Pinochet hastalık olarak gördüğü demokrasinin, hastaya tanıdığı haklar sayesinde hâkim karşısına çıkmaktan kurtuldu.
Belki de demokrasi hususunda toplumları kandıran en önemli husus, ihtilâllerle, halkın seçtiklerinin iktidardan alaşağı edilenlerin kimliğinin en önemli kriter görülmesidir. Yani devrilenlerin sağcı ya da solcu gibi hususlara göre ihtilâlleri iyi ya da kötü gibi çifte standartla değerlendirmek toplumları felâkete götüren usuldeki büyük hatadır. Usûlde ittifak edilmediği müddetçe toplumların kandırılması her zaman mümkündür.
Haberlerde Pinochet’in ölümünü sevinç gösterileriyle kutlayanlar gösterildiğinde gerçekten şaşırmıştım. Ölenin arkasından sevinmek ne kadar doğru? En azından üzülmemek mi gerekiyor? Kur’ân “Onların ölümüne sema ağlamadı” diyor.
Bu kadar uzun yaşayacağı pek tahmin edilmiyordu. Ancak fıkradaki gibi bir bayram günü öleceği kesindi. Hani diktatör, kâhine “ne zaman öleceğini” sormuş. Kâhin de: “Senesini bilemiyorum, ama bir bayram günü öleceksin. Çünkü öldüğünde herkes bayram edecek” demiş. Ancak kaderin garip bir tecellisi daha var ki, o da Pinochet’in ölüm tarihi 10 Aralık İnsan Hakları Gününe tevafuk etti. Kâinatta tesadüfün olmadığı ve kaderin her şeye hakim olduğunun bir işareti daha… Ta Şili’dekiler bile takip ediliyor.
Pinochet’in ölümüne herkes sevinemedi. Ancak sevinmeyenlerin önemli bir kısmının gerekçesi, Pinochet’in muhakeme edilmeden, hesap vermeden bu dünyadan göçüp gitmesi. Bir çok Şilili kaderin onlara doksan bir yaş gibi uzun bir ömür ile tanıdığı fırsatı değerlendirememenin üzüntüsü içinde.
Gerçekte suçları umuma mal olmuş kişileri bu dünyada tam olarak cezalandırmak mümkün değil. Çünkü alacağı en ağır ceza bile bir kişininkine mukabil gelemez. Güçlülere hesap sormaya gücü yetmeyenlerin “İyi ki ölüm var, iyi ki âhiret var” demeleri ve onların ölümlerine sevinmelerini normal karşılamak gerekiyor. Eğer mazlûmların, hangi dinden olursa olsun, mutlak bir adalet ve kudret sahibi Allah’a ve onun yaratacağı âhirete imanları olmasaydı dünyayı hem kendileri, hem de başkaları için cehenneme çevirirlerdi. Eğer bu dünyada hesap sorulabilseydi, şüphesiz Pinochet için de iyi olurdu. Cezası büyük miktarda hafiflemiş olarak giderdi. Buradaki cezaların âhirettekilere kefaret olması sebebiyle en çok kendisi kâr ederdi. Tabiî hal böyle olsaydı kimse de ölümüne sevinmezdi. Hasımlarından bile kendisi için duâ edenler çıkardı.
Aslında bir diktatörün ölümü bile tek başına âhiretin varlığını ispat etmeye yeter ve mazlûmların âhı âhiretin yaratılması için yeterli sebeptir. Kâinatı şaşmaz bir adaletle yöneten ve adl isminin tecellisi olarak zerreleri dakik bir nizam ile çeviren, semadaki sayısız gök cismini hassas bir yörüngede hareket ettirerek boyun eğdiren ve en küçük mahlukatın dahi sesini işitip ona rızık ile cevap veren kudretin tecellisi, bu dünyada insanlar arasında tam olarak gözükmüyor. Demek başka, büyük bir mahkemeye bırakılıyor.
18.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|