Bir ülkenin insana ait değer kriterini öğrenmek isteyenler; eğitim kurumları, sağlık merkezleri ve dinî mekânları ile bunların işleyişindeki memnuniyet derecelendirmesinden yararlanabilirler.
Özellikle hastahaneler, kendini sağlıklı görmeyen, teşhis ve tedavi sürecinde olan insanların tutunma yerleridir. Onu iyileştirici bir yöntem, rahatlatıcı bir yaklaşım ve bunu kolaylaştırıcı bir sistem, hasta ve yakınları üzerinde ciddî etkiler bırakır.
Hastalarla iletişim ve çevresini de bir faktör görme eğilimi, son zamanlarda ihtiyaç duyulan boşluk olarak görünüyor. Hastahaneleri sık sık ziyaret eden ve gözlem yapan biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, gittikçe kendini yenileyen hastahanelerin donanım ve bilgi seviyesinin yükseldiği fark ediliyor. Aynı paralelde itina göstererek hasta aleyhine işleyen gider mekanizmalarını daha şeffaf ve sınırlayıcı tutan bir sonuç görülmemektedir.
Hasta hakları duyuruları, bir çok hastanemizin girişinde okunabilmektedir. Bazılarında kalite sistemleri çalışmaları kapsamında halkla ilişkiler ve danışman servisleri daha sıcak ve ilgili görünüyorlar.
Hastanın kendini yeterince ifade etmesine ve onun talepleri ışığında yönlendirilmesine duyulan ihtiyaç ise tam karşılığını bulduğu söylenemez. Yeni, geçici veya daha atıl bir görev diye danışma bankosuna konulan görevli, daha çok mekân tarifi yapmaktadır.
Bunu da “sağa dönünce hemen solda” gibi, kimin sağına göre söylediği belli olmayan genellemelerle yapmaktadır. Ya da “İkinci katta sor sana söylerler” ifadesindeki muğlaklığın, yasak savma kabilinden cevaplarla hasta veya yakınlarını ne kadar tatmin ettiği tartışılabilir.
Yine ücret hesaplamada, ilk başta gerekmeyen kalemlerin/tahlillerin veya ekstrelerin listeye dahil edilme biçimi, çoğu zaman ilgili kuruluş karşılıyor diye dikkat çekmiyor. Ya da hastanın kendinden bizar ve çaresiz halinde düşünemeyeceği veya direnemeyeceği yükümlülükler söz konusu olmaktadır.
Sağlık Bakanlığının kısıtlayıcı son tanımlı uygulamaları beraberinde bazı aksamalar getirse de genel anlamda bir tasarruf getirdiği kesin. Elbette hastanın tedavisinde tasarruftan veya kısıtlamadan bahsetmiyoruz. Sadece fazladan listeye dahil edilen veya vezneye gittiğinizde kabardığını gördüğünüz rakamlardan bahsediyoruz.
Bu iddialarımı daha delilli sunmak isterdim. Elimde yeterince uygulama örneği de var. Ancak gel gör ki bunun için uzun bir dosya açmak lâzım.
İki ay önce en son yaşadığım bariz bir örneği nakletmekle yetineceğim. 50. yılını kutlamakla övünen bir üniversitemizin araştırma hastahanesinde, hastama lokal anestezi ile damarda bir ameliyat yapılacaktı.
Belirtilen şekliyle işlemler, randevular ve ödenmesi gereken fark konusunda işlem yaparken, veznedeki görevli yılların müdavimi olarak beni tanıdı ki, “Belirtilen ücret listesindeki rakamın ödenmemesi gerektiğini söyledi. Sizi tanıdığım için söylüyorum” dedi. Ben de teşekkür ettim.
Ne yapmam lâzım dediğimde, “Merkezî sistemden düşmeleri gerekir. Onun için de ‘Anestezi yapılmayacaktır’ yazısıyla borçlandığın bölümden yazı getirip, sistemden düşmelerini temin etmen lâzım” dedi.
Sistemdeki görevli gençlere, neden bunu yaptıklarını, neredeyse ameliyatın üçte biri ek bir ücreti, yapılmayan bir işlem üzerinden tahakkuk ettirdiklerini sorduğumda, ilgili bölüm başkanının (ismi bizde mahfuz) “Siz ameliyata giren herkes için anestezi de dahil edin” dediğini sonunda söylemek zorunda kaldılar.
Peki veznecinin beni uyarması gibi, başka hastaların şansı yoksa, bu para tıkır tıkır ödeniyor. Sonra bir şekilde fark edilirse para iade ediliyor. Yorucu ve bürokratik işlemlerin tamamlamasından sonra.
Nitekim yanlış bir borçlanmayı düzeltmek için hastahane yönetiminden aldığım destekle ancak bir saatte çözebildim. Allah mağdur hastalara yardım etsin.
Şeffaf, vicdanî ve insanî işleyiş, şüphesiz sadece yasal düzenlemelerle sağlanamıyor. Cihazlar kadar, donanımlı insanlar için maddî ve manevî yatırım yapılmalı. Sadece teknik yetmiyor. Önce ahlâk.
18.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|