Sosyal hayatımızı sarsan manevî sıkıntılarla boğuşuyoruz. Yıllar önce ekilen ‘tohum’lar, ne yazık ki ‘dikenli/zehirli meyve’ler verdi. Hemen her gün çocuklarımızın; emanet edildiği kişilerce istismara maruz kaldığı yolunda haberler duyuyoruz.
Suç işleyenlerin son ‘moda’sı, çocuk pornosuyla ilgilenmek. Çocukların sağlığıyla ilgilenmesi ve onlara ‘şifa’ vesilesi olması gereken bazı uzmanlar, aksine onları manen bıçaklayıp, kalplerini öldürmekle eş anlama gelen tuzaklar kuruyormuş. ‘Pornocu doktor’ (Hürriyet, 17 Aralık 2006) ve ‘cinsel istismarcı öğretmen’ şeklindeki haberler yürek yaralayıcı...
Tabiîdir ki, her meslek grubunun içinde ‘çürük elma’ sayılabilecek kişiler olabilir. Ancak karşı karşıya olduğumuz durum, ‘çürük elma’ların; ‘sağlam elma’ları da rahatsız edecek duruma geldiğini gösteriyor.
Doğrudan ya da dolaylı olarak bütün bu sıkıntıların temelinde ‘inanç zaafı’ yatıyor. Kalplere hükmedemeyen yöntemlerin, suçları önleyemeyeceğini bilmeli ve anlamalıyız.
Şükür ki, toplumun karşı karşıya olduğu bu manevî buhran karşısında doğru ‘çare’leri halka anlatmak için yollara düşenler de var. Türkiye’nin pek çok noktasında düzenlenen ve bundan sonra da düzenlenmeye devam edilecek ‘çare’ toplantılarından biri de Kırklareli ilimizde gerçekleştirildi. Cumartesi akşamı Grand Hotel’de düzenlenen toplantıya yazarlarımız Şaban Döğen ve İslâm Yaşar, konuşmacı olarak katıldı. İslâm Yaşar, ‘aileyi bekleyen tehlikeler’i anlatırken, Şaban Döğen de ‘toplumsal huzurun çaresi’nden bahsetti.
Toplantıyı organize eden Kırklareli Yeni Asya okuyucularımız, dâvetiye götürdükleri hemen herkesten tebrik ve teşekkür aldıklarını söylediler. Konferansın konusunun ‘aile-çocuk’ gibi hemen herkesi ilgilendiren temel bir mesele olması onları da heyecanlandırmış. Hatta dâvetiyeyi eline alıp konuyu gören bazı zevat, “Ailelerimizde felâket yaşanıyor. Böyle önemli bir konuyu gündeme getirdiğiniz için özellikle teşekkür ederiz” demişler.
Gerçekten de toplantı salonunu dolduran Kırklareliler, her iki konuşmacıyı da dikkatle dinledi ve tahmin ediyoruz ki sunulan ‘çare’lere hak verdiler. Fert ve toplum olarak, cemiyet ve aileyi sarsan tehditlere karşı ‘İslâmın ter ü taze iman esasları’ndan başka ne ile karşı koyabiliriz? Başka ‘çare’ olmuş olsa, bu güne kadar kullanılmaz mıydı? Cemiyeti tahrip eden bombalar, her geçen gün daha fazla tahribat yapıyor ve Türkiye’yi ‘idare edenler’ de buna karşı kalıcı çare bulamıyorsa; hakikate teslim olmak zorundalar.
Konuşmacıların da dikkat çektiği gibi, çocuklarımızı, ailemizi ve netice olarak toplumu tehdit eden en büyük ‘düşman’lardan biri de televizyon. Televizyonun yanı sıra, ‘sanal âlem’i de unutmamak lâzım. Aile mahremiyetini tahrip eden çirkin yayınlar, kalplerimizi yaralıyor. Bir şekilde bu tahribattan kendimizi korumalıyız.
Bunun için de en büyük sorumluluk, anne ve babaya düşüyor. Evimizin baş köşelerine televizyonları değil de, kitapları koyabilirsek evlerimiz huzurlu cennet köşelerinden biri olabilir. Tabiî ki kitapları ‘süs’ için değil, okumak ve istifade etmek için baş köşeye koymalıyız. Bunu temin edebildiğimiz ölçüde, hem kendimizi, hem de ailemizi zararlı ‘ok’lardan koruyabilir, ‘çare’lere ulaşmış oluruz.
Netice olarak, büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız; ancak buna karşı ‘çare’ler de vardır. Bize düzen, ‘çare’lere karşı gözlerimizi kapayıp, kendimizi aldatmamakta yatıyor. Hem, güneşe karşı gözünü kapayan ne kazanır ki?
18.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|