Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Ulusal Uzlaşma Konferansı



Maliki, sekterizm ve mezhepçilik veya taifiyye hastalığına bağlı olarak hükümetinin başarısızlığını ve sallantıda olduğunu görmesinden sonra yavaştan çark etmeye başladı. Hükümetini ve onun ötesinde imajını kurtarmak için Ulusal Uzlaşma Konferansı akd ve tertip edilmesine taraftar olmuştur. Tam da bu uzlaşma konferansı zamanlama olarak İstanbul’daki ‘Irak Halkına Yardım Konferansı’nın akabine denk gelmiştir. Burada ilk kez bir geri adım atıldı. Baassızlaştırma politikası denilen politika tedavülden kaldırılıyor ve yerine Baas’ı da denkleme katma politikası yeniden raftan indiriliyor. Bu bir uzlaşmanın ürünü. Aslında ABD çoktan bu noktaya gelmişti. Ama Şiiler inatlarını sürdürüyorlardı. ABD, direnişi kısmen de kırmak için Baas’ın ‘suça veya eyleme’ bulaşmamış eski yüzlerini yeniden orduya çağırıyordu. Sonunda tashih-i kararla Maliki de bunu belki de istemeyerek benimsemiş oldu.

Bu, yeni bir dönemin işareti sayılabilir mi, bilinmez, ama mütevazi de olsa bir ileri adım. Bu adımı başka adımlar izlemeli.

Esasen bu ‘Baassızlaştırma politikası’ Şiî-Amerikan ittifakının ortak yanlışlarından birisiydi. Şiiler ve Amerikan yönetimi Irak’a ve Iraklılara karşı birlikte yanlış yaptılar. ABD’yi bu yanlışa iten, Irak’a dönüşünde bir saldırı sonucunda hayatını kaybeden Muhammed Bakır El Hekim’in Bremer’e telkinleri olmuştur. Hekim Amerikalıları yanlış yönlendirmiştir şimdi de biraderi Abdulaziz aynı şeyi sürdürmektedir. Maliki şimdi bir diğer Şii partisinin ABD ile yaptığı yanlışını düzeltmeye çalışıyor.

Ulusal Uzlaşma Konferansının açılışında Maliki şunları söylemiştir: “Israrla vurgulamak istiyorum ki ulusal uzlaşma; güvenliğe, istikrar ve refaha giden yolun tek teminatıdır. Alternatifi, —Allah göstermesin—ölüm, yıkım ve Irak’ın kaybedilmesidir...” Maalesef bu alternatif yolu da Maliki ve benzerleri açmıştır. Şiileştirilmiş ordu ve polis, Amerikalıların bile girmekten çekindiği bölgelere giderek (Sünnî) direnişçi avına çıkıyorlar. Buna mukabil, ABD’nin de telkinlerini hiçe sayan Maliki, ölüm mangalarının ve Şiî milislerinin üzerine gitmemişti. Israrla bundan imtina etmişti. Dolayısıyla bu yaklaşımıyla baştan ulusal uzlaşmanın kapılarını kapatmış ve bunu reddetmişti. Sünnî direnişin maksadını aşan yönlerine ve Kaide gibi şaibeli, ahmak ve mezhepçi unsurlarına rağmen yine de direnişciler büyük ölçüde ve özünde Amerikan karşıtı olarak kendilerini konumlandırırken aksine Şiî milisler kendilerini iç denklemin bir parçası olarak daha açıkçası Sünnî karşıtı olarak konumlandırdılar. Bundan dolayı taifiyye fitnesini uyandırdılar.

***

Bu mânâda, başmezhepçi konumunda olan Maliki’nin ulusal uzlaşmadan mezhepçileri ve tekfircileri istisna etmesi hem güldürücü, hem de ağlatıcı bir durumdur. Bu durumda öncelikli olarak kendisini istisna etmesi gerekirdi. Bu anlamda tarih önünde Saddam’la birlikte yargılanacaklar arasında Bush olduğu gibi Caferi ve Maliki gibi Şiî politikacılar da var. Bununla birlikte, Ulusal Uzlaşma Konferansı ve Baascıların bazılarının orduya geri dönüşü yönündeki tashih-i karar mütevazi de olsa ileriye doğru atılmış bir adımdır.

Ulusal Uzlaşma Konferansından önce Kadir Gecesinde Mekke’de (Ümmü’l Kura) lemmu’l şeml denilen yani Sünnî ve Sünnî kanadı olarak ümmetin iki yakasını biraraya getirmek için İKÖ tarafından anlamlı ve manidar bir toplantı yapılmıştı. Bu gayet müspet bir adım olsa da sadra şifa olmamıştı. Nedeni meselenin sadece akaid boyutunda bir mesele olmamasıdır. Sarmal. Siyasetle mezhebi saikler içiçe geçmiş bir durumda. Mezhebi saiklerle siyaset ve iktidar arayışı birbirine karışmış durumda. Şiiliğin özü siyasî değil midir ve bundan dolayı İslâmın ilk partizanları olarak anlamıyorlar mı? Bundan dolayı meseleye bir boyutundan bakanlar diğer boyuttan bakanlarla tezada düşüyorlar. Bu mânâda, Vakit’ten Serdar Demirel meselenin sadece dinî zeminde çözülmesinin bir anlam taşımayacağını daha doğrusu çözülemeyeceğini yazmıştı. Olaylar da bunu doğruluyor. Zira burada mezhebin akaid boyutunu siyasî boyutundan ayırmak mümkün değil. Şiilikte siyaset dinin özüyle bağlantılıdır.

Bu tartışma Kaya Ramada’da güncelleşmiştir. Kaya Ramada’da yapılan toplantıda Adnan Düleymi, Haris ed Dari’ye isyan ederek, ‘Bu kavganın adını doğru koyalım, bu bir mezhep savaşı ve taifiyye belâsıdır. Safeviler Irak’ı yutuyorlar. Siz siyaset iddialarıyla avunun’demişti. Haris ed Dari ise meselenin mezhebî değil de siyasî olduğunu düşünüyor. Aslında tam da bu noktada Haris ed Dari kendisini Taliban’a veya Selefilere yakıştıranları zımni olarak tekzip etmiş oluyor. Zira bu meseleye tamamen mezhep meselesi olarak bakanlar; Hekim gibi Şiilerle, aklın sınırlarını aşmış olan kimi selefilerdir. Adnan Düleymi ise karşı tarafın yaklaşımından dolayı meselenin bir mezhep kavgası haline geldiğini düşünüyor. Daha doğrusu onun söylediği bir mezhep saldırısıdır. Bu anlamda, Maliki, veya Talabani gibi Haris ed Dari’ye taifiyyeci ve bölücü yakıştırması yapanlar iftira atmaktan maada asıl bölücülüğü yapmış oluyorlar. Herkes de biliyor ki, Irak’ın önde gelen iki Sünnî lideri olan Tarık Haşimi ile Haris ed Dari yakınlarını ve akrabalarını bu Şiî-Sünnî kutuplaşmasına kurban verdiler. Kaide her ikisini de ölüm listesine almış durumda. Şiî Zerkavi Ebu Diraa’nın en büyük hayali de Tarık Haşimi’yi bir kenarda kıstırıp icabına bakmak. Böyle iken birileri ya cehaletlerinden ya da kötü niyetlerinden onları Taliban’a veya El Kaide’ye mal edebiliyor.

***

Dolayısıyla birilerinin gözünü taassup perdelemiş. Şimdi Irak bataklığından çıkmanın tek yolu var. Sünnilerle Şiilerin elele vermesi, maziye sünger çekmesi ve ortak zeminde buluşması ve bilâhare ortaklaşa bir şekilde ABD’den çıkış takvimi istemeleri ve belirlemeleridir. Bu, ABD de olmak üzere herkesin lehinde olacaktır. ABD, Şiî-Sünnî ittifakı sağlanmadan çekilirse yangın daha da büyür. İşgal bir tarafın işbirliğiyle bir yangına yol açtığı gibi işgal sonrası da doğacak boşluktan dolayı yangının büyümesine neden olacaktır. Bundan dolayı bir ön ve iç tertip gerekir. Fitnenin önüne ancak böyle geçilir. Başta karar mercileri olmak üzere herkes aklın yoluna dâvetlidir.

18.12.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (17.12.2006) - Türkiye’nin zamanı geldi - 2

  (16.12.2006) - Türkiye'nin zamanı geldi-1

  (15.12.2006) - Said Şaban’dan Fethi Yeken’e

  (14.12.2006) - Bize böyle Yahudi gerek

  (13.12.2006) - Duisburg’a vuran Sultanahmet gölgesi

  (12.12.2006) - Minare ile çankulesi (1)

  (11.12.2006) - Duâ mı, meditasyon mu?

  (10.12.2006) - Abdullah'ın hürriyeti

  (08.12.2006) - Papa ve özgürlük

  (07.12.2006) - Özkök’e çifte cevap

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004