Dünyanın avuç içi kadar küçüldüğü, iletişimin akıl almaz noktalara ulaştığı, teknolojinin çıldırdığı, uzaklık mefhumunun ortadan kalktığı şu zamanda, insanlar arasında mesafeler sanki iyice açılıyor gibi. Beldeler, şehirler, ülkeler birbirine yaklaşıyor fakat, insanlar birbirinden uzaklaşıyor. Aynı sitede, aynı apartmanda, aynı katta yaşayan iki komşu birbirini tanımıyor. Merdivende karşılaşıp omuz omuza geçenler, aynı asansöre binip yüz yüze gelenler, bir “merhaba” ile de olsa selâmlaşmıyorlar. Selâmın olmadığı yerde kelâm da olmadığından, sessizlik bozulmuyor. Birisi cep telefonu ile oynarken, öbürü asansör aynasında saçlarını tarıyor, göz göze gelmekten kaçınıyorlar.
İnsanları birbirine bağlayan bazı kuvvetli bağlar vardır. Onlar gevşediği veya koptuğu zaman, herkes kalabalıklar içinde yalnız kalmaya başlar. Sohbeti, paylaşmayı, dertleşmeyi unutur. İnsanlar sosyal özelliklerini kaybeder, yabanî meyve gibi yabanileşir. Halbuki insan kâinatın en tatlı meyvesidir. Yerde ve gökte ne varsa insana hizmet eder. Rabbimiz insanı, dünyaya halife olarak göndermiştir. Meleklerden daha ileri geçebilecek bir yetenekle donatmıştır. Kendi sıfatlarından insana cüz’î bir parça vererek, Rabbini ve kendini tanımasını istemiştir. Cenneti ve Cemalini insana vaad etmiştir. Bu kadar değerli bir meyveyi yabani bir hale getirmek, öncelikle insanın kendisine yaptığı en büyük kötülük olacaktır. Onun için insan olan insan, Rabbini de bilir, kendini de bilir, çevresindeki diğer insanları da tanır ve onlarla insanlığı paylaşır.
Bugün gelişen iletişim araçları ile herkes insanları bir yerlere dâvet ediyor. Kimi siyasete, kimi sefahate, kimi gaflet ve dalâlete çağırıyor. Bu kadar çığırtkanlar arasında insanları hakka, adalete, imana, ibadete ve ebedî saadete çağıranların sesi ise fazla duyulmuyor.
Zamanın Bediîsi, Hak ve hakikatin gür sesi ve son Peygamber’in (asm) vârisi olan Bediüzzaman da insanlığı sevgiye dâvet ediyor: “Kâinatın sebeb-i vücudu muhabbettir” diyor ve bütün gönülleri muhabbetle birbirine bağlamak istiyor. Husûmeti, nefreti ve kini, yeryüzünün kiri olarak kabul ediyor, dünyayı bu kirden arındırmak için Nur’u takdim ediyor.
Muhabbette bir cazibe vardır. Kâinattaki bütün zerreler de Cenâb-ı Hak’ın muhabbetiyle cezbe halinde bulunuyor. Atomların etrafındaki elektronlardan, Güneş etrafındaki gezegenlere kadar, en büyükten en küçüğe bütün mahlûkat Hâlık’ına olan sevgi ile hareket ediyor. Onun için gezegenler yörüngesinden çıkmıyor, denizler uzay boşluğuna dağılmıyor, muhabbetin cazibesiyle İlâhî nizam devam ediyor.
Beşerî sistemler için de muhabbet en kuvvetli irtibat vesilesidir. Sevginin olmadığı yerde selâm da, kelâm da olmuyor. İnsanlar birbirini anlamak için bir gayret göstermediği için aradaki irtibat sağırlar diyaloğundan öte gitmiyor.
Geçenlerde büyük bir gazetenin büyük bir yazarı ile başörtüsü hakkında küçük bir diyaloğa girdik. Birkaç mailden sonra “Biz ayrı dünyaların insanıyız, sizinle daha fazla vakit kaybetmek istemem” şeklinde bir yazı ile irtibata son verdi. Halbuki bu insanla o kadar çok ortak değerlerimiz var ki, saymakla bitmez. Vatanımız bir, bayrağımız bir, milletimiz bir, dilimiz bir, devletimiz bir… Sayacak olsak yüzlerce birliğimiz var. Ama birkaç noktadaki görüş farklılığından dolayı aynı dünyayı bile paylaşmak istemeyecek kadar bizi yabancı kabul ediyor. Ama biz “Yaratılmışı sevdim, Yaradan’dan ötürü” diyerek, gönül kapımızı herkese açık tutuyoruz.
Bir gönül şiiri ile yazıma son verirken, her şeyin gönlünüze göre olmasını diliyorum.
Durma Gönül
Madem beka istiyorsun,
Fenâya yüz verme gönül.
İşte geldin gidiyorsun,
Hiçbir gönlü kırma gönül
Hayat kısa bir seyeran,
Bâki hayal kurma gönül.
Ne tez geçti bunca zaman,
Sorma gönül, sorma gönül.
Yollar çetin, geçitler dar,
Sırtına yük vurma gönül.
Arkamızdan gelenler var,
Yol üstünde durma gönül.
Fırsatlar elinde iken,
Nedamet et durma gönül.
Henüz bu can tende iken,
Fırsatı kaçırma gönül
20.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|