Eskişehir’den okuyucumuz: “Aynı evde kaldığım, namaz kılan ve uyanmakta zorlanan birisini sabah namazına kaldırmayınca vebâli var mıdır? Kaldırmak üzerime borç mudur?”
Beş vakit namaz birer birey olarak zimmetimizdedir, yani üzerimizde ferdî farzdır, yani günlük zarurî bildiğimiz işlerimizden öte birebir yükümlülüğümüzdür, hesabını birebir biz vereceğiz. O halde namazı vaktinde kılmakla, namazı vaktinde kılmak için gerekli tedbirleri—meselâ namaz vaktinde uyanmak için akşam erken yatmak, mümkünse bizi uyandıracak saat ve sair teknik imkânlardan yararlanmak, yatmak üzereyken uykuda ağırlık verecek ölçüde midemizi doldurmamak, sol yanımız üzerine yatmamak, yatarken sünnet olan duâları okumak... gibi.—almakla ve tabiî ki namazı vaktinde kılmak için bizden önce uyanan arkadaşlarımıza bizi uyandırmasını rica etmekle yükümlü olan bizleriz.
Bununla beraber, hiç şüphesiz hayat yardımlaşma ile güzeldir. Kardeşlik yardımlaşmayla güçlenir. İnsanlık yardımlaşmayla yükselir. Başarı yardımlaşmanın meyvesidir. Dînimiz yardımlaşmayı emreder. Kur’ân, “İyilik ve takvada yardımlaşın”1 buyuruyor. Peygamber Efendimiz (asm): “Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da kulun yardımındadır”2 diye müjde ediyor. Yani Allah’ın yardımını almak, bizim kardeşlerimize olan yardımımıza bağlıdır. Allah’ın emir ve iradesi böyledir.
Öyleyse unutmayalım, dîn işinde, dünyâ işinde, âhiret işinde, maddî ve mânevî mümkün olan her hayırlı işte gerek duâ ile, gerek fiil ile yardımlaşmak hem Allah’ın emri, hem Resûlullah’ın (asm) tavsiyesi, hem kardeşliğimizin ve uhuvvetimizin bir gereği, hem ahlâkımızın bir güzelliğidir. Öyleyse, beraber bulunduğumuz sevgili dostlarımızı namaza kaldırmak gibi bir hayırlı ve nezih işte niçin yardımlaşmayalım? Biz erken uyandığımızda bizim onu kaldırmamız, o erken uyandığında onun bizi uyandırması her şeyden önce birbirimiz üzerinde kardeşlik hakkımız değil mi?
Nitekim Peygamber Efendimiz de (asm) ehlini ve ailesini namaz için uyandırırdı3. O halde, birbirimizi namaza uyandırmamız Sünnet-i Seniyye hükmündedir. Peygamber Efendimiz’in (asm) şerefli yolu budur.
Fakat birbirimizi namaza uyandırırken çok şefkatli, çok nazik, çok nezih, çok tatlı bir üslûp kullanalım. Namaza, namazın nezahetine uymayan, namaza karşı soğukluk veren kaba bir üslûpla çağırmayalım. Birbirimizi namazın tatlılığına yakın bir tatlılıkla namaza dâvet etmeye özen gösterelim.
***
Artvin’den okuyucumuz: “İbadetini terk etmeyen birisi, îmânî vesvese içinde ölürse durumu ne olur?”
İbadetlerimizi elhamdülillah Allah’a tahsis ediyoruz, Allah için yapıyoruz. Bütün mesele bu. Kalbin Allah’a bağlılığında vesvese yoksa diğer vesveseler yüzeysel ve önemsizdirler. Giderebildiğimiz ölçüde imanımız inşallah kuvvetlenir.
Vesveseler, imanımızı gidermek ve ibadetlerimizi iptal ettirmek isteyen şeytanın dehşetli birer oyunudur. Kalbimize gelen vesveselerin şerrinden korunmak için Allah’a sığınmalı ve duâlarımızı eksik etmemeliyiz. Kimi vesveseleri önemsememekle ve aldırış etmemekle yok etmek mümkündür. Kimi vesveseleri ise gidermek için îmânî eserler okumamız, meselâ mutlaka Risâle-i Nur okumamız ve zayıf olduğumuz noktalarda bilen arkadaşlardan takviye almamız önemli birer adım teşkil eder.
İbadetlerini terk etmeyen birisinin imânî vesvese içinde öldüğünü düşünüyorsak, bu kişi için Allah’ın yardımını ummaktan ve duâ etmekten başka çaremiz var mı?
İbadetlerimizi eksik etmeyelim ve vesveselerimizi gidermek için bir yandan gayret ederken, bir yandan Allah’a sığınmaya devam edelim. Biz gayret içinde olursak, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemize—inşallah—hiçbir mahal yoktur.
Dipnotlar:
1- Mâide Sûresi, 5/2
2- Riyâzü’s-Sâlihîn, 245
3- Müslim, İtikâf, 3
19.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|