Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin siyasîlere yönelik son derece ağır hakaretleri dahi “eleştiri” sayıp beraat ettirirken, emekli bir general için yazdığımız, eleştiri dahi içermeyen yazıdan dolayı hakkımızda verilen tazminat kararını onamasını geçen hafta yorumladık.
Ve bu kararın ardındaki bakış açısının özellikle iki bakımdan çifte standart oluşturan kararlara kaynaklık ettiğini vurguladık.
Biri: Halkın seçtiği siyasetçileri eleştirmek, hattâ alay etmek, aşağılamak, tahkir etmek alabildiğine serbest; ama atanmışlara, özellikle üniformalılara en ufak bir dokundurmada bulunmak, hattâ icraatlarını yazmak dahi yasak.
İki: Bazı gazeteler basın özgürlüğü kalkanı ardında siyasîlere yüklenirken hakaret bile etseler özel himayeye mazhar olurken, resmî çerçevenin dışındaki gazetelerin en sıradan eleştirileri dahi suç sayılıp cezalandırılıyor.
(Bizimle ilgili karardaki 10. Yıl Marşı kriteri ayrı bir boyut.)
Tam da bu kararın ardından, yüksek yargıda hakim olan bakış açısının yeni, tipik ve talihsiz bir örneğini, Anayasa Mahkemesinin Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun birçok maddesini “kamu görevlileri açısından” iptal etmesinde gördük.
Eğer emeklilik yaşının yükseltilmesi ve prim ödeme gün sayısının arttırılması gibi düzenlemeler bir hak ihlâli sayılıyorsa, bu değerlendirmenin memurlarla birlikte SSK’ya tâbi işçilerle Bağ-Kur kapsamındaki serbest çalışanlar için de geçerli olması gerekir, değil mi?
Ancak bakıyoruz, işçi ve esnaf, sadece memurların gözetildiği iptal kararına imza atan mahkeme üyelerinin umurunda bile değil.
İşte bizimle ilgili dâvâdaki çifte standart ve ayrımcılık, burada da memurları diğer çalışanlardan ayrı tutarak kendisini gösteriyor.
Daha da düşündürücü ve vahim olanı ise, konuyla ilgili haberlerde mahkeme Başkanına atfen yer alan “Bu kanun çıkarsa emekli maaşımız yüzde 22 düşecek” beyanı.
Eğer bu söz doğruysa, iptal kararı çok daha tartışmalı hale gelmiş demektir. Önüne gelen bir kanunu, öncelikle kendi maaşına ne getirip ne götüreceğini hesap ederek değerlendiren bir yaklaşımı bağımsız ve objektif adalet anlayışıyla bağdaştırmak mümkün mü?
Evet, yüksek yargı organlarının bu “adalet” anlayışına göre:
Bazıları daha özgür ve daha eşit. Bazılarına dokunulamaz. Bazıları ise özgür ve eşit olmak şöyle dursun, hiç var olmamaları lâzım!
Bu anlayışın “sosyal adalet” alanındaki yansıması, “Memurlara asla ve zinhar dokunamazsınız. İşçiler ve serbest meslek erbabı ise ne hali varsa görsün” kararıyla kendisini gösteriyor.
İşte bizler böyle bir memlekette yaşamaya devam ediyoruz...
***
Geçtiğimiz günlerde vefat eden Prof. Dr. Stanford Shaw, Türkiye’nin temel problemini, siyasî, askerî ve dinî önderlerin beraberliği sayesinde kurulmuş bulunan Cumhuriyetin, sonradan bu birlik ruhunu koruyamaması olarak teşhis etmiş ve bunun en önemli sebeplerinden birinin, devrimlerin “acele”ye getirilip “zorla” gerçekleştirilmesi olduğunu söylemişti. Yukarıdaki ayrımcılık örneklerinin çıkış noktası bu tesbitte yatıyor.
19.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|