Son dönemde Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, önüne gelen basın ve tazminat dâvâlarında verdiği “özgürlükçü” kararlar, “Nihayet Türk yargısı da AB kriterlerini özümsemeye başladı galiba” dedirtmeye başlamıştı.
Geçtiğimiz birkaç gün içinde basında haber konusu olan bu çeşit kararlardan ikisi şöyle:
Maliye Bakanı Unakıtan’ın Milliyet yazarı Hasan Pulur’a açtığı dâvâda mahkemenin verdiği tazminat kararı 4. Hukuk Dairesince, özet olarak şu gerekçelerle bozulmuş:
“Siyasal kişileri eleştirmek basının görevidir. Basında yayın konusu yapılan haber objektif oldukça, doğru olaylara dayandıkça ve doğru amaca yönelik bulundukça, eleştiri sert, kırıcı ve küçük düşürücü olabilir.” (Milliyet, 9.12.2006)
Aynı gerekçe, Başbakan Erdoğan'ın kendisini “pervasız kabadayılık”la eleştiren Yeniçağ gazetesine açtığı dâvâda verilen mahkûmiyet kararının bozulmasında da tekrarlanmış. (a.g.g.)
Daha eskiye gittiğimizde, aynı gerekçelerle verilen diğer birçok bozma kararının da, çoğunlukla Başbakanın veya bakanlarının açtığı dâvâlarda verilen tazminat kararlarına dair olduğunu görüyoruz.
Bu gerekçe ve içtihadlar, ilk bakışta, basın özgürlüğü adına önemli bir gelişmenin tezahürü gibi görünüyor. Peki, gerçek durum öyle mi? Ne yazık ki, maalesef hayır.
Başbakan veya bir bakan eleştirildiğinde kullanılan “Doğru olaylara dayandığında ve doğru amaca yönelik bulundukça, eleştiri sert, kırıcı ve küçük düşürücü olabilir” kriteri, eleştiri yargının kendisine veya silâhlı bürokrasiye yöneldiğinde bir çırpıda “unutuluveriyor.”
Başörtülü belediye avukatının “sanık” sıfatıyla bulunduğu mahkeme salonundan çıkarılmasını eleştirdiği için Yeni Şafak gazetesinin 133 bin YTL tazminata mahkûm edilmesi, bunun tarihe geçen çarpıcı örneklerinden biri.
Dört sene önce Erdoğan’ın milletvekili adaylığının yargı kararıyla engellenmesini eleştirdiği için Arınç’ın ve bir Yargıtay kararını tenkit etmesi sebebiyle AKP milletvekili Mustafa Ünaldı’nın tazminata mahkûm edilmeleri de.
Bu babda son örnek, E. Org. Doğu Aktulga için yazdığımız bir eleştiri yazısından dolayı bizim de, Aktulga’nın vârislerince açılan tazminat dâvâsında mahkûm edilmemiz.
Aktulga’nın vefatının ardından yazılan söz konusu yazıda, yakınlarını incitecek en küçük bir hakaret unsuru dahi yer almazken ve yazıda ifade edilen hususların tamamı Aktulga hayatta iken de dile getirildiği halde kendisinin bunlara karşı herhangi bir itirazı ya da dâvâ açma gibi bir girişimi olmamıştı.
Çünkü yazıda dile getirilen hususlar tamamen yaşanan gerçekleri yansıtıyor; Aktulga’nın bulunduğu görevlerdeki uygulamalarını ve 28 Şubat sürecinde üstlendiği aktif misyonu ortaya koyuyordu.
Buna rağmen yazı mahkûm edildi.
Böylece, 4. Dairenin “özgürlükçü” kriterlerinin, basının tümünü kucaklayan bir yaklaşımı değil, bazı yayın organlarını koruyup gözeten bir tavrı yansıttığı izlenimi güçlendi. Ve bu kriterlerin dâvâcı ve dâvâlının kimliğine göre değişen farklı, hattâ çelişkili yorumlara kaynaklık edebildiği görüldü. Yazık...
12.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|