|
|
Maske satıcıları
Prof. Atilla Yayla’nın beyanatından sonra belirli çevrelerden gördüğü baskı ve yıldırma çabalarına karşı, Yayla’ya verilen destek oldukça büyük oldu. Moral veren mailler atıldı, telefonlar edildi. Tabiî başta Gazi Ü. Rektörü olmak üzere, belirli çevrelerin sözcülüğüne soyunan ve 28 Şubat özlemi çeken sözde bilim adamları (!) pasif durumdayken, “harekete geçin” denilircesine, birden bire aktif oluverdiler. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükçü düşünen ve AB’ye “evet” diyen özgür bilim adamlarına karşı, isimleri açıklanmayan, ancak profesör, doçent ve öğretim görevlisi olarak sayıları verilen 300 küsur kişi Yayla’ya karşı kınama bildirisi yayınlamışlar.
Bu ülke bir acaip. Toplumu kutuplaştırma çabalarına hız veriliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi için hükümete yapılan siyasal hamleler boşa çıktıkça, farklı provokasyonlar, dinî muhtevalı magazin haberleri, üniversite hocalarını birbirine yedirme, bol yalanlı tarikat haberleri gırla gidecek gözüküyor. Sizin anlayacağınız, habbe kubbe yapılabilir. Az, çok gösterilebilir. Yalanlar doğruymuş gibi sunulabilir. Bu arada toplumu bulandırmak ve bulanık suda balık avlama tiryakilerine gün doğmuş olur. Medyada bazı önemli köşeleri zaptetmiş kalem efendileri yüksek perdeden ihtilâl çağrıları bile yapabilirler. Sizin anlayacağınız, maske satıcıları gittikçe artacaktır bu durumlarda.
Şu ülkede yüzyıla yakındır taraflar arasında bir kör dövüşü yaşanıyor. Niçin taraflar olsun? Varsa da taraflar neden birbirini anlamaya çalışmaz? Kendi haksızlıklarını ve suçlarını örtmeye çalışanlar mı ortalığı karıştırırlar? Bazı tarafların entrikacılık ruhlarında mı var yoksa?
Sorun gerçek kişilerin gizli kalması, tüzel kişiliklerle bu entrikaların çevrilmesi. Maskelerden dolayı gerçek yüzlerin görülmemesi… Böylesine “maskeli kişi ya da kişiler” her türlü haltı karıştırmazlar mı?
Çözüm tam özgürlükçü demokrasidedir. Demokrasi güneşi parladıkça, karanlıkları fırsat bulup malımızı, canımızı ve hayatımızı çalanlar ayan beyan ortaya çıkacaktır… Şeffaflık arttıkça, maskeler bir bir düşecektir yüzlerden. Yüzsüzler, sap gibi ortada kalacaklardır. Şimdi maske satıcısını; tüzelliği dayatan gerçek kişiyi bulmanın zamanı geldi.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu bize en güzel bir sirk öyküsü anlatıyor: Sirkin maymunu ölmüş. Maymun rolü yapacak bir eleman alınacağı duyurulmuş. Başvurulardan biri kabul edilmiş. Maymun kostümünü giyen delikanlı, kafeste bir köşeden diğerine zıplarken, birden ayağı kaymış ve aslanın yattığı kafese düşmüş. Korkusundan “Ben maymun değilim, kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış ki, aslan hemen pençesini uzatıp, kendine çekmiş ve yavaş bir sesle, “Sus ulan, sanki bizde gerçek aslan mıyız?” demiş.
Ben de bu ülkede fazla bir şey istemiyorum; kostümlerin çıkarılıp kimin kim olduğunu bilmek istiyorum. Hakkım değil mi?
|
B. Sait ÇİFTÇİ
19.12.2006
|
|
Eğitimci toplantıları verimliliği ve eğitim kalitesini arttırır!
Öğretmenlerin katıldığı toplantılar, eğitimde kullanılan yöntemlerin değerlendirilmesi, geliştirilmesi ve sağlıklı işleyebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Farklı grupların bilgi ve paylaşımları, iletişimin her kesime yayılmasına yardımcı olur. Eğitim toplantılarında bir gündem belirlenir. Öğretmen belirlenen gündem ile ilgili gerekli hazırlıkları yapmalı, sunacağı teklifleri dikkatle planlamalıdır. Toplantıya hazırlıklı ve istekle gitmek, diğer grupları da benzer davranışları gerçekleştirmeye sevk eder.
Yönetim-öğretmen toplantıları,
işbirliğini güçlendirmektedir
İdare ile öğretmenler arasında gerçekleştirilen toplantıların yeri, saati ve muhtevası önceden belirlenmelidir. Böylelikle öğretmenler, karşılaştıkları durumları, çözüm yollarını daha iyi gözlemleyip, somut bilgiler verebilirler. Bu toplantılarda karşılıklı anlayış ve takım ruhu ön plana çıkarılmalı, görüşmeler sadece yasakları düzenlemek noktasında kalmamalıdır. Öğretmen ile idareciler arasındaki toplantılar, okulda yapılan ve yapılması planlanan çalışma ve yeniliklerden haberdar olmayı kolaylaştırır.
Öğretmen-veli toplantılarında,
ebeveynlere somut bilgiler verilmelidir
Öğretmen, ebeveynlerle hangi konuları konuşacağını bilmeli, gerekli hazırlıkları yapmış olarak toplantıya gelmelidir. Her öğrenci biriciktir. Kendine ait özellikleri, düşünceleri, hayata bakışı vardır. Her toplantıda, velilere aynı şeyleri söylemek toplantıyı monoton ve sıkıcı hale getirir. Eğitimci, öğrencilerin her özelliğini dikkatle incelemeli, bununla ilgili aileleri de bilgilendirmelidir. Derslerinde son derece başarılı bir öğrencinin, hangi alanlarda yetenekli olduğu ve onun için neler yapılabileceği anlatılabilir. Öğretmen, toplantılarda sürekli öğrencileri eleştirirse, ebeveynler bu durumdan rahatsız olup, haksız bile olsa çocuklarını savunmaya geçebilirler. Bu sebeple çocukların hem iyi hem de eksik yönlerini doğru bir ifade biçimiyle dile getirmekte fayda vardır. Her öğrenci ile ilgili çözüm yolları, tekliflerde bulunmak, öğretmene olan güveni arttırır.
Zümre toplantıları okul kültürünün
gelişmesine yardımcı olur
Eğitim toplantılarında tüm ayrıntılar belirlenmeli, ucu açık süreçler en aza indirgenmelidir. Okulda aynı dersleri veren öğretmenlerin bir araya gelerek gerçekleştirdiği toplantılara zümre toplantıları adı verilmektedir. Bu toplantılar, öğretmenler arasında işbirliğini geliştirir. Son gelişmeler, derse etkisi, okul kültürüne sağlanacak katkılar belirlenir. Zümre toplantılarının düzenli olarak yapılmasında yarar vardır.
İdare-veli iletişimi ile okulun gelişimi desteklenir
Okul yönetimi, öğrenci velileriyle yaptığı toplantılarda okulun durumu ve çalışmalar hakkında onları bilgilendirir. Yetişkinler de okulun özelliklerini, okuldaki yardımcı elemanların eğitime katkısın yakından görüp, eksik noktaların geri bildiriminde katkı sağlayabilirler. Okulun fiziki yapısını görerek, çocuklarını hangi davranışları gerçekleştirmemesi konusunda daha sağlıklı bilgilendirebilirler.
Öğretmen ile öğrenciler arasındaki
toplantılar dersten farklı olmalıdır
Öğretmen ve öğrenci sürekli bir iletişim içindedirler. Yapılacak olan toplantıların havası, işleyişi derslerden farklı olmalıdır. Çünkü öğrenciler, kendilerinin derste olduğunu ve davranışlarından dolayı yargılanacaklarını düşünerek konuşmamayı tercih edebilirler. Toplantılarda bir gündem belirlenir ve gündem ile ilgili isteyen tüm öğrenciler düşüncelerini, istek ve tekliflerini anlatır, tartışırlar. Böylece öğretmen ile öğrenciler arasındaki iletişim güçlenir. Öğrenciler, toplum önünde konuşarak düşüncelerini dile getirme becerisi kazanırlar. Beraberlik ve ‘biz’ duyguları pekişir. Çocuklar, çevrelerinde gördükleri olumlu ya da olumsuz durumları daha kolay algılar ve paylaşırlar.
|
Mustafa OĞUZ
19.12.2006
|
|
Meslekî tercihlerimiz ve meslekî doyum
İnsanlar belki rastlantısal belki de bilinçli olarak bir meslekî hayata atılıyorlar. Kişi iş hayatı ile birlikte ekonomik yönden rahatlıyor, yeteneklerinin ve kapasitesinin farkına varıyor, toplumsal ilişkileri sebebiyle daha geniş bir ilişki ağına yani sosyal açıdan zenginliğe sahip oluyor. Bir meslekî hayata girdikten sonra o mesleğe ilişkin rolleri alıyoruz. Eğer içinde bulunduğumuz meslekî rolleri gerçekten iyi gerçekleştirebiliyorsak meslekî doyuma ulaşıyoruz. Meslekî doyum sadece meslekî rollerin gerçekleştirilip gerçekleştirilemediği ile sınırlı değildir. Bulunduğumuz iş ortamının işletme politikaları, fiziksel şartlar, kişiler arası ilişkiler, ücret, üzerimizdeki kontrol gücü ve bağımsız olma isteği meslekî doyumun belirleyici özellikleridir. Bunlardan birisinin eksik olması meslekî doyumu olumsuz yönde etkileyecektir.
Günümüzde ekonomik şartların olumsuzluğu maddî kazancın meslekî doyum üzerinde daha fazla önemli olduğunu düşündürüyor. Maddî kazancı tek bir belirleyici olarak görmek aslında bir yanılgıdır. Meselâ bir kişi bir kurumda çok yüksek ücretle çalışabilir. Ancak çalıştığı kurumun işletme politikası çok otoriter bir yapıda ise ya da o kurumdaki ilişkiler olumsuzsa kişi iş hayatında ne kadar mutlu olabilir ya da işinden ne kadar doyum alabilir? Bu anlamda iş hayatında doyumu etkileyen birçok faktörün olduğu kaçınılmazdır.
İnsanlar meslekî hayatında üç dönüm noktası yaşarlar.
Birinci süreç işe girme yani iş hayatının başlangıcıdır. Bu süreçte kişi kendisini tanıma fırsatını yakalar. Sınırlılıklarının farkına varır. Beklentilerini görür, kendi yeteneklerini keşfeder.
İkinci süreç iş hayatında ilerleyen yıllardır. Kişinin iş hayatında ne kadar ilerlediği ne kadar başarılı olduğu önemlidir. Eğer kişi iş hayatında yeterince ilerleyememişse bir kriz başlar ve kişi başka bir iş hayatına girer. Üçüncü süreçse emekliliktir. Emeklilik döneminde kişinin ilerleyecek hiçbir yeri kalmamıştır. Eğer kişinin daha önceki iş hayatı iyi geçmediyse kişi bir umutsuzluk yaşar. Çünkü yapacağı hiçbir şeyi yoktur. Enerjisi kalmamıştır. Hayatının verimsiz geçtiği düşüncesi kişide ağır ruhsal bunalımlara sebep olur. Kişi işinde mutlu ve doyumluysa aile ve sosyal hayatına da mutlu ve uyumlu olur. İş hayatı, aile hayatı ve sosyal hayat ayrılmaz bir bütündür. Hayatın bir alanındaki mutsuzluk mutlaka diğer alanlara da etki eder. Meselâ iş hayatına sürekli stres, sıkıntı yaşayan kişiler aile hayatında eşine ya da çocuklarına karşı olumsuz bir tutum içine girebilir.
Kimi insanların özel hayatları iyi gitmiyor olsa bile bu insanlar iş hayatında oldukça başarılı olabilirler. Bu durumda kişi özel hayatmında bulduğu eksiklikleri düzensizlikleri; iş hayatından sağladığı başarılarla telâfi ederek böylesi bir savunma mekanizmasını kullanır. Bu ruh sağlığı açısından olumsuz bir durumdur.
Görüldüğü gibi insanların mutlu, huzurlu olmasını sağlayan bir durum da iş hayatıdır. Günümüzün önemli sorunlarından biri olan stresin bir sebebin de, kişinin işinden doyum alamaması olduğu söylenebilir. Ayrıca kişinin iş hayatında yaşadığı uyumsuzluklar, düzensizlikler de stres durumlarını oluşturabiliyor. O halde “İnsanlar nasıl mutlu olur? Severek çalışırlarsa...” sözü iş hayatının insan üzerinde ne kadar önemli olduğunu açık bir biçimde ifade etmektedir.
|
Zahit HARMANLI
19.12.2006
|
|
Okul çağı çocuklarının sınav dönemlerinde yaşadıkları stres
Stres terimi son yıllarda sık kullanılan ve üzerinde çok sayıda araştırma yapılan bir kavramdır. Stres konusundaki çalışmaların bazıları strese sebep olan olaylara yönelmiş, bazıları da bu olayların fizyolojik ve psikolojik tepkileri üzerinde yoğunlaşmıştır. Strese karşı verilen tepkiler uzun dönemde kronik hastalıkların gelişmesine zemin hazırlar. Bu hastalıklar yüksek tansiyon, baş ağrısı, kalp hastalıkları gibi bedensel hastalıklar olabildiği gibi psikolojik ve zihinsel hastalıklar da olabilir. Geri çekilme, kabullenme, karşı koyma, korkma, endişe, depresyon gibi duygusal sorunlar, depresyondan dikkatin azalması, dikkat azlığı ve aşırı unutkanlık, takıntılı düşünceler gibi zihinsel problemler olabilir. (Baltaş ve Baltaş, 1993)
Her birey kendi potansiyelini geçmiş yaşantıları ile destekler, farklı sonuçlar çıkarır ve farklı uyumlar gösterir. Stresin yaşanmasında geçmiş yaşantıların rolünden söz ederken özellikle çocukluk dönemi yaşantıları kastedilmektedir. Gelişim dönemlerinin sağlıklı ve başarılı bir şekilde yaşanmaması olumsuz, stres verici etkileri doğurmaktadır. Çocukların gelişim dönemlerinde bazı takıntıların olması, daha sonraki yaşlarda stresten daha çok ve daha olumsuz etkilenmelerine yol açabilir. Bu gelişim dönemlerinin başarılı bir şekilde aşılmasına kendine güvenme ve stresle başa çıkma becerisinin kazanılmasına yardımcı olur. Çocukluk döneminde ihtiyaçların karşılanmaması, engellenme duygusunun ve üzüntülerin oluşmasına ve zihinde izler bırakmasına yol açar. Erken yaşantılar denilen ve gelecekteki bakış açımızı belirleyen de önemli ölçüde bunlardır. (Baltaş ve Baltaş, 1993)
Özellikle okul döneminde karşılaşılan sorunların büyük bir kısmı ders başarısına ilişkindir. Anne baba beklentileri ve çevre beklentilerinin yoğun olması sebebiyle çocuklar stresi daha çok ders ya da sınav alanında yaşarlar.
SINAV KAYGISI
Genel olarak belirtmek gerekirse gelecekte ne olabileceğine ilişkin belirsizlik kişinin kendisini destekleyen bir çevreden yoksun kalması, olumsuz şartların ortaya çıkabileceği beklentisi ve son olarak da kendi içimizde yaşadığımız çatışmaların ya da çelişkilerin kaygıya sebep olduğu bilinmektedir. (Öğütülmüş,1999) olumsuz duyguların yaşandığı duygular kaygının ortaya çıkmasına sebep olur. Çocukların neden sınav korkusu ya da sınav kaygısı yaşadıkları sorusu insanlarda var olan bazı eğilimler bazı eğilimleri gözden geçirerek anlaşılabilir. İnsanlar güçlü ve zayıf yanlarının neler olduğunu, yapabileceklerini ya da yapamayacaklarını, her hangi bir durum karşısında gösterdikleri tepkinin uygun bir tepki olup olmadığını bilmek, kısaca kendilerini tanımak isterler.
Kendimizi tanımanın ya da kendimizle ilgili bilgiler edinmenin üç temel yolu vardır. Değişik ortamlarda ve durumlarda kendi gücümüzü sınayabiliriz. Böylece kendi deneyimlerimiz ve kendi hakkımızda bilgi edinebilir ve kendimizi tanıyabiliriz. Kendimizi tanımanın özellikle de belli bir durumda gösterdiğimiz tepkinin uygun olup olmadığını öğrenmenin bir yolu da, aynı durumlarda başkalarının gösterdiği tepkilerle kendi tepkilerimizi karşılaştırmak ve kendimizle ilgili bir değerlendirme yapmaktır.
Kendimizi tanımanın diğer bir yolu da çevremizdeki diğer kişilerin özellikle de bizim için önemli olan diğer kişilerin (anne, baba, arkadaş ...) bizimle ilgili yargıları ve bize verdikleri geribildirimlerdir. Çocukların neden daha yoğun stres yaşadıklarını bu çerçevede anlamak mümkün. Çocuklar henüz kendilerini tanıma sürecinde oldukları için kendilerini sık sık başkalarıyla karşılaştırdıkları gibi çevrelerindeki diğer kişilerin kendileri ile ilgili değerlendirmelerinden de kolayca etkilenirler.
|
Cevdet KAYNARPINAR
19.12.2006
|
|
Gençlik ve yaşlılık hayatın basamaklarıdır
İhtiyat, gençlikte lâzım, ama insan ihtiyarlıkta malik oluyor (Ali Bey). Gençlik çok dayanmayan bir kumaştır (William Shakespeare). Dünyaya geldiğimiz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarız (Montaigne). Hayat sonu, tabiatın armağanlarından biridir (Juvenalis). Gençliğimiz geçtikten sonradır ki, onu sevmeye başlarız (Hörderlin). İnsanların hayat çok kısa dediklerini ve onu kısaltmak için ellerinden geleni yaptıklarını görüyorum (J. J. Rousseau). Yirmi yaşındaki bir insan, dünyayı değiştirmek ister. Yetmiş yaşına gelince, yine dünyayı değiştirmek ister, ama yapamayacağını bilir (Clarence S.Darrow). Yaşlanmak, olabilirliğin azalmasıdır (Paul Valery). Gençlikteki gözyaşlarında acı yoktur, yaşlılıktaki acılarda gözyaşı (Joseph Roux). Bizim olması gereken nimetler, ancak yaşlanıp onlardan zevk alamayacağımız bir hale gelince elimize geçer (Shakespeare).
|
19.12.2006
|
|
Kara bulutlar
Öğretmen Hayat Bilgisi dersinde bulutların yeryüzündeki suların buharlaşmasından oluştuğunu uzun uzun anlattıktan sonra ön sıralarda oturan öğrencilerden birine şu soruyu sordu: ‘‘Söyle bakalım oğlum, kara bulutlar neden olur?’’ Çocuk düşündü, yutkundu, bir şey diyemedi. Onun yanında oturan küçük kız çocuğu parmak kaldırarak şu cevabı verdi: ‘‘Kirli sulardan olur öğretmenim!..’’
|
19.12.2006
|
|
Öğrenciye ayakkabı seçerken dikkat!
Öğrenciler için en önemli alış veriş konusu ayakkabı seçimidir. Öğrenci kendisine alınan ayakkabıyı bütün sezon boyunca ve her gün giyecektir. Ayakkabı, çocuğun fiziksel yapısına uygun olmalıdır. Çok dar ayakkabılar ayağını vurur ve sürekli rahatsızlık verir. Ciddî sağlık sorunları doğurabilir ve şekil bozuklukları meydana gelebilir. Bol ayakkabılarla da çocuk rahat edemez, faaliyetlere katılamaz. Hem günlük hayatta, hem de okulda rahat kullanılabilecek ortopedik modellerin seçilmesi önemlidir. Yine ayakkabının rengi, biçim, bağcıklı olup olmaması gibi tercihleri çocuğun yapmasına izin verilmelidir. Kişilik yapısına, istek ve beklentilerine uygun olmayan ayakkabıları giyen çocuklar, çevreleriyle iletişim kurarken çekingen davranışlar gösterebilmektedir.
|
19.12.2006
|
|
|
|