Eski Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı, şimdiki CHP milletvekili Sefa Sirmen, Allah'tan ki aynı partiden aday olduğu İstanbul Belediye Başkanlığı seçimini kazanamadı.
Aksi halde, nüfusu on milyonu aşan güzelim İstanbul şehri kaybedecekti. Tıpkı, vaktiyle belediye başkanlığını yapmış olduğu koca Kocaeli'nin kaybettiği gibi...
Zihinlerde tazedir henüz, Yuvacık Barajı ilgili ateşli tartışmalar.
Suyu şimdi kuruyan bu baraj, çok büyük bir maliyetle inşa edilmişti: Yaklaşık 4.5 milyar dolar.
Sefa Bey, şimdi Meclis'te oturuup sefasını süreduruyor; devlet ise, bu susuz barajın ağır faturasını ödemeye devam ediyor.
Evet evet, geliri yok, ama gideri çok bir barajdır bu.
Kocaeli halkı, 17 yıldır ilk kez susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya geldiğini söylüyor. Öyle ki, "17 Ağustos depremi"nde dahi böyle bir sıkıntıyı yaşamamışlar.
Bölgedeki onlarca fabrikada da, yine susuzluktan alarm zilleri çalmaya başladı.
Hâsılı, bir kez daha net olarak anlaşıldı ki, baraj gibi büyük yatırımları herkes yapamaz.
Hele "Halkçılar" hiç yapamaz.
Allah, bu gibi kalıcı eserleri, büyük yatırımları geçmişte hep "Demokratlar"a nasip etti.
"Baraj kralı" olmak, öyle sanıldığı kadar da kolay bir uğraş değilmiş meğer.
"Ertuğrul Fâciası"
Ertuğrul Özkök'ün, genel yayın yönetmeni olduğu Hürriyet gazetesi, Konya'daki bir hastahane vak'asını Pazar günkü manşet haberinde "Tesettür fâciası"na dönüştürdü.
Ertuğrul Bey, dünkü yazısında ise, asıl konuyu büyük ölçüde saptırarak, meseleyi bir başka mecraya sürüklemeye çalışmış. Üstelik Hürriyet, son haberinde kendi kendini tekzip eder duruma düşmesine rağmen. Mağdur genci konuşturan gazete, adı geçen bayan doktorun tesettürlü değil, bilâkis başının açık olduğu cevabını almış.
Böylelikle, yaptığı yanlışta ısrar eden ve özür dilememekte direnen Hürriyet'te, yeni bir "Ertuğrul fâciası"na şahit oluyoruz.
Bakalım "fâcia"dan dönecekler mi?
GÜNÜ TARİHİ 20 Aralık 1881
Yüz yıllık borç: Düyûn–u umumiye
Osmanlı Devletinin ve ardından Türkiye Cumhuriyetnin tam bir asır (100 yıl) müddetle (1854–1954) ödediği "dış borçlar", 20 Aralık 1881'te kurulan "Düyûn–u Umumiye İdaresi" adı altında yeni bir teşkilâtlanmaya dönüştü.
"Düyûn-u Umumiye" ismi, 1881–1928 yılları arasında kullanıldı. Ancak, devletin "genel borçlar"ı başka isimler altında olmak üzere, tâ 1854'teki Kırım Harbi zamanında başlayıp Demokrat Parti iktidar dönemi olan 1954 tarihine kadar ödenmeye devam etti.
Kırım Harbi olarak tarihe geçen 1854'teki Osmanlı–Rus savaşı günlerinde, Avrupa devletleri Osmanlı'ya malî yardımda bulundular. Bu yardımlar, Osmanlı'yı ağır bir borç yükü altına soktu. Üstelik, bu borçlar adeta çığ gibi gitgide büyümeye devam etti.
Dış borçlar, zamanla o kadar büyüdü ki, devlet hiçbir taahhüdünü, hiçbir ödemesini zamanında yerine getiremez oldu. Bu ise, mevcut yarayı azdırdıkça azdırdı, iktisadî açıdan yarayı kangren haline dönüştürdü.
Avrupa devletleri ise, zerrece merhamet etmeyerek, borçlarını faiziyle birlikte istemeyi sürdürdü. Bunun için özel kànunlar çıkarttırıp özel idareler kurdurdu. Ancak, alınan hiçbir tedbir işe yaramadı ve borç yükü ağırlaşmaya olanca hızıyla devam etti.
Dış borçların had safhaya çıkmasının ardından, devlet bu kez iç borçlanmaya gitti: Osmanlı Bankası ile Galata Bankerlerinden borç alınması cihetine gidildi.
1877–78'deki Osmanlı–Rus Savaşı (93 Harbi) esnasında, Osmanlı devleti yeni bir iktisadî bunalıma sürüklendi. Öyle ki, bu kez bırakın dış borçları, kendi bankalarından almış olduğu iç borçları dahi ödeyemez bir duruma geldi.
Borçlarından hiçbirinin ödemesini yapamayacağını açıklayan devlet, sonunda alacaklılarla anlaşma yolunu denemeye yöneldi. Bu anlaşmaya göre, 1879'dan itibaren damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini on yıl müddetle iç borç karşılığı olarak alacaklılara bırakılacaktı..
Dış borç alacaklı Avrupa devletleri bu duruma itiraz etti. Onlar da, 1881'den itibaren damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin bütün gelirinin iç ve dış borçlara ayrılmasını istedi.
Sonunda, bu noktada mutabakata varıldı ve işte "Düyûn-u Umumiye İdaresi" bu mutabakat üzerine kurulmuş oldu.
Vergilerin toplanması ve ödemelerin zamanında yapılması işini de kontrolleri arasına alan Avrupa devletleri, Osmanlı Devletinin malî ve ekonomik açıdan adeta "sömürge" durumuna düşürmüş oldu... Bu dış borçlar, Osmanlı Devleti ömrünü tamamladıktan sonra da ödenmeye devam etti.
Ancak, eski borç yükü büyük ölçüde hafifletildi. Zira, vaktiyle Osmanlı'ya bağlı olup da şimdi kopmuş bulunan devletlerden alınan vergiler, Osmanlı'dan sonra kesilmiş ve mecburen borçlara mahsuben hesaplanmak durumunda kalınmıştı.
1923'teki Lozan Antlaşmasıyla, dış borçların ödenmesi yeni bir statüye bağlandı. 1928'de "Düyûn-u Umumiye İdaresi"ne son verildi. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti, "Düyûn-u Umumiye"ye olan borcunun son taksidini, 1954'teki Menderes hükümeti zamanında ödedi.
Bu da, genel dış borçların, tam tamına yüz yıllık süreyle, şöyle veya böyle, ama mutlaka bir şekilde ödendiğini gösteriyor.
20.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|