Bu günlerde çok sık konuşuluyor. Sağır Oda dizisinde (Kanal D) bir işkence sahnesinde Ukraynalı kadın ajana, Ajdar dinletiliyor.
Meslektaşımız, Yeni Şafak gazetesi yazarı Bekir Hazar ise, dizinin yapımcısıyla görüşmüş...
Cüneyt Özdemir bu ilginç işkence yöntemini cevaplandırırken, senaryo gereği de olsa bunun bir hayal mahsulü olmadığını söylemiş.
Çünkü:
12 Eylül döneminde mahkumlara yapılan işkence yöntemlerinden bir tanesi de sonuna kadar açılan arabesk müziği imiş. Yani “arabesk”i dinleterek, mahkumları çıldırtıyorlarmış.
Rastlantıya bakın.
Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erdal Işık, “arabesk”in sara hastalarını uyardığını, hatta hastalığı tetiklediğini söylüyor.
Düşünebiliyor musunuz İbrahim Tatlıses’in bazı türküleri sara nöbetini tetikliyor. Bunun sebebini henüz bulamamışlar. Ancak, beynin işlevini konu alan bazı çalışmalar da, müziğin duygularla ilişkili bir ilim dalı olduğunu gösteriyor.
Yani, Hicaz makamı alçak gönüllülük.. Rast makamı, neşe ve huzur.. Uşşak makamı gülme duygusu.. Acemaşiran makamı ise gevşeme hissi veriyor.
ERTUĞRUL’DAN SONRA DÜNDAR FACİASI
Uğur Dündar da “tesettür faciası” başlığıyla ilgili bu konuyu gündemine taşıdı. (Arena, Kanal D)
Rezil oldu.
Kırk yıllık gazetecilik karizması bir anda çizildi.
Ekranda muhatap olduğu kişiler çatır çatır cevap verirken, Dündar’ın yüz şekli ilk kez böylesine değişiyordu. Kıpkırmızıydı.
Yeni Şafak gazetesi bu olayı sütunlarına taşırken, aynı zamanda muhataplarla söyleşi yapmış.
Bir kere habere konu edilen doktorların “erkeklere testis ultrasonu çekmekten kaçındığı” haberlerinin yalan olduğunu söyledi. Hastane kayıtlarına göre, sadece Kasım ayı içinde toplam 192 hastaya tıp dilindeki adı “tüm abdomen us” olan, 24 hastaya da “suprapubik pelvik us” denilen testis tetkiki yapılmış. Dahası, 2 hastaya da “skrotal us” denilen testis tetkiki yapılmış ve ultrasonları çekilmiş.
Uzatmayalım, hasta A.F.G olayı şöyle anlatmış:
“O gün (13.11.2006) hastanede ultrason odasına girdiğimde personel tarafından elimdeki kâğıda baktılar ve acil olmadığı için ultrasonumu hemen çekemeyeceklerini söylediler. Başı açık kumral bir kadın doktor vardı. Başörtülü bir doktor görmedim. Ben Uğur Dündar’ın ekibinden kişilere de aynı şeyleri söyledim. Bu başörtüsü nereden çıktı, anlamadım. Oradaki kadın bana yetkisinin olmadığını söyledi. Ayrıca kendisinin doktor mu, yoksa hemşire mi olduğu konusunda net bir bilgim yok.”
“En çok üzüldüğüm konu başörtüsünün bu meseleye dahil edilmesidir. Uğur Dündar’ın adamları hepimizle konuştular ve bize hiç bir şekilde ‘başörtülü doktorun filmi çekmek istemediği’ gibi bir şeyden söz etmedi...’” diyor. (Yeni Şafak)
Baba Osman G., gelininin, küçük oğlu A.F.G’nin sevgilisi olarak lanse edildiğini hatırlatıyor bir de...
Diyor ki: “Burası 50 hanelik bir orman köyü. Şimdi biz kime ne anlatalım, ne söyleyelim. Bunu Sayın Uğur Dündar’ın bana açıklaması gerekmiyor mu? Bu yapılan hangi onura, ahlâka sığar, bu nasıl bir gazeteciliktir?” (a.g.g.)
Yani:
Tüm bu açıklamalar, hastanın “tesettüre irtibatlı olarak” röntgeninin çekilmemesinin doğru olmadığını gösteriyor.
Hastanın ultrasonun çekilmesinde ihmal olduğu belli, ama Dündar’ın haberi bunu “tesettürlü kadın doktorun erkek hastanın testisini çekmek istememesine” bağlıyordu. Bu açı yalanlanınca Uğur Dündar’ın haberi de temelden çürük çıktı.
Dememiz o ki:
Medyanın “başörtülü” haberleri geri tepti.
Sadece Dündar değil, onun şahsında “derin güç odakları”nın da karizmaları yerle bir oldu.
Acaba diyorum:
Usta gazeteci Dündar vitrinini süsleyen 33’üncü Altın Kelebek TV Yıldızları Yarışması’nda “En iyi haber programı” ödülüne bakarken şimdi ne düşünüyor?
21.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|