Farklı yaşamak farklı düşünmek, farklı yiyip, farklı giyinmek; tamamen hür iradenin, demokratik kültürün, insan olmanın ve de fıtrata uygun hallerin bir gereği ve neticesidir. Kesinlikle kavga ve nizâ sebebi olmamalıdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da makul çözüm, kesin doğruyu bulmak için felsefe açısından değil de Kur’ân, İslâm ve sünnet açısından bakmaktır. Aksi takdirde, bunun neticesi bugünkü dünya düzeni ve dehşet hali ve manzaradır. Ümitsizlik ve hüsrandır. Bu dar köşemizde gücümüzün yettiği kadar konuya bu açıdan bakıp değerlendirmeye çalışacağız.
Farklılık, kaçınılmaz bir yaratılış kanunu ve gerçeğidir. Cenâb-ı Hak Hucurat Sûresi on üçüncü âyetinde şöyle buyuruyor. Meâlen: “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husûmet ve adâvet edesiniz değildir.” (Mektubat, s. .309)
Düz mantık açısından bakıldığında; farklılıklar aslında faydalanma sebebi olmalıdır. Faydalanma yerine kavga ve nizâ çıkıyorsa orada çok büyük bir yanlışlık yapılıyor demektir. Bu farklılıkları, mecralarında, makam ve yerlerinde kullanabilmek, bir hazım meselesidir, toleranstır, fedakârlıktır. Geniş ve boyutlu düşünmektir. Bir inanç, itikat ve kültür birikiminin gereğidir.
Bütün bu gerçeklere rağmen, ülkemizde ve İslâm ülkelerinde yürek paralayan vahşet sahnelerinin, gerginliğin, kavga ve husumetin ana sebebinin, farklı düşünce ve kavramlar olması çok büyük bir bedbahtlıktır. Acınacak ve hayret edilecek bir durumdur. Farklı fikir ve görüşlere, farklı grup ve ekollere, farklı din ve inançlara saygı gösterememe bir bağnazlıktır. Aykırılıktır, sapmadır. Zira, “saygı” göstermek, “kabullenmek” anlamına gelmez. Maalesef çoğu zaman böyle değerlendirilmeye çalışılıyor. “Saygı duymak”, sadece o görüş veya düşüncenin veya hadisenin “varlığını, var olduğunu” tesbit ve görmek demektir.
Tarih boyunca, Anadolu’da ve bütün İslâm coğrafyasında, farklılıklar bir zenginlik kaynağı olarak değerlendirilmesine rağmen, bu günkü mevcut durumda tamamen zıt görüntüye büründürülmesinin arkasındaki ana sebebe inmek zorundayız. Değilse durum iyiye değil kötüye gidecek, vahamet fazlalaşacaktır. Bunun için de acil tedbirler alınmalıdır. Bu uzun ve oldukça geniş bir sahadır. İşin özünde yine fert ve şahıs vardır. Oradan başlanmalıdır. Bu da eğitim, bilgilenme ve bilgilendirmeye bağlıdır.
Daha fazla vakit geçirmeden şuurlu olan herkesin ve her kuruluş ve grubun bu konuyu ciddî olarak gündemine alması ve fertten başlayarak bir koni gibi tepeye kadar gidecek her türlü meşrû faaliyetle çözüm üretmesi elzem hale gelmiştir. Bunu yapacak temel değerler manzumesi Risâle-i Nur gibi bir Kur’ân tefsiri de elimizin altındadır.
Tatbikatını ise, her sahada olduğu gibi, asrımızın müçtehidi ve manevî tabibi Üstad Bediüzzaman’ın hayatına baktığımız zaman her alanda görmemiz mümkündür. Onun her türlü insana karşı ilgi duyması, münasebet kurması, saygı duyması ve yardımcı olmaya çalışması, İslâma ve insanlığa hizmet edenlere ismen duâ etmesi, bilmeyenlere doğruyu ve hakkı tebliğ, zulmedenlere karşı da medenî ölçüler içerisinde sağlam ve dik durup nasihat edip hakkı beyan etmesi işte bu engin anlayışın bir ürünüdür. O, bedduâ ve gerginlik yerine hakta sebat ve sağlam duruşun temsilcisi olmuştur. Kavga, dövüş, kan ve ateş onun âleminde yoktur. Çünkü İslâm’da böyle bir şey yoktur. Fikre ancak fikirle karşılık vermek medeniyetin ölçüsüdür.
Farklı mizaçta yaratılmak aslında çok büyük bir zenginliktir. Farklılıklara katlanmak bir fazilettir. Farklılıklardan istifade etmek herkes için bir kazançtır. Farklı olmak esasında bir şükür vesilesi ve vasıtasıdır.
Zalim ellerin ve maşaların, İslâmiyet içerisinde bir zenginlik vasıtası olan mezhepleri ve farklı görüşleri âlet ederek kavga vesilesi kılmasının şerrinden kurtulmak için de kuvvetli duâlara ihtiyaç var.
Üzerinde yaşadığımız bu güzel ülke; çok müstesna, stratejik, medeniyetlerin beşiği olan bir mekândır. Milletimiz çok farklı kabiliyet ve yetenekleri içinde barındıran necip bir millettir. Tarihimiz şerefli ve mümtaz bir geçmişe sahiptir. Bu mevcut durum ve sahip olduğumuz bunca nimet ise bizlere çok farklı ve çok ağır yükümlülükler ve sorumluluklar yüklüyor. Aslında her birimiz kendi saha ve sınırlarımız içerisinde, eşref-i mahlûkat olarak bir sultanız.
Hassas dengelerin menfî yönde daha fazla bozulmaması için bu değer ve zenginliklerimizin doğru şekilde kullanılmasını sağlamak durumundayız. Buradaki bu güzel sayfaların bütün dünyada yankı bulup tesir etmesini de Rahmet-i Rahman’dan niyaz edelim. Zengin varlıkların, fakir bekçileri konumuna düşmeme ümit ve temennisiyle.
23.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|