Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, yetiştirme yurtlarındaki çocuklara tecavüz, pazarlama faciası karşısında “durum vahim “demişti geçenlerde. Okullardaki şiddet, öğrencilerin çeteleşmesi, uyuşturucu, sigara, alkol salgını ve derslerde genel başarı seviyesinin düşmesi gibi kaos zaten çoktan beri mevcut. Ancak bir kanser sinsiliği içinde yayıldığı için çoğumuz geç uyandık. Erken uyaranların sözleri ise günlük demeç, abartı gibi geliyordu.sonunda acı gerçekle karşı karşıyayız. Tehlike çanları yarınlar için, gençlik için kısaca hepimiz için çalıyor.
Bu duruma bir defada gelinmediği için, bir defada da halledilemez. Geniş kapsamlı, çok yönlü ve objektif plan projelere ve uygulamaları ihtiyaç var. Sorgulamasını sadece eğitmenler veya psikologlar değil hepimiz birlikte yapmalıyız. Hangimiz nerede ihmal ve nemelâzımcılıkta bulunmuşsak orada harekât başlatmalıyız.
Havaların soğukluğuna rağmen birkaç kış akşamında evden dışarı çıkıp, halka açık parklarda dolaşmaya başladım. Niyetim kenarda gruplar halinde ellerinde bira şişeleri, ağızlarında yabancı sigaralarla birbirine bağıra bağıra argoca hitap ederek konuşan gençlere yanaşıp biraz sohbet etmek, kaynaşmak ve daha sonra da ahbaplığı ilerleterek bir iki tane de olsa genç fidanları içine düşmeleri muhtemel çirkeften kurtarmaktı. Ne var ki, koca parkta böylesi üç tane grup gördüğüm halde onların bana ters ve itici bakışlarından ürküp yaklaşmaktan vazgeçtim. Açıkça itiraf etmeliyim ki, olanca yumuşak uslübuma rağmen agresif ve kaba bir söz üzerine, beni art niyetli, tuzakçı, ajan provokatör falan zannederek bir temiz bir döveceklerini de hesaba katarak cesaretim kırıldı
Gençlerin bu günkü durumları üzerine emniyetten bir polis memuru ile sohbet ederken bizzat polis anlatmıştı. Akşam saatlerinde dersaneden dağılan öğrencilerden iki grup yumruklaşmışlar, babaları yaşındaki bir amca da kavga edenleri ayırmak için araya girince, gençlerden iyi bir dayak yemiş ve ağzı-burnu kan içinde soluğu karakolda almıştı. Eskiden sokakta kavga edenleri, ya da çirkin sözler söyleyenleri yoldan geçen herhangi bir büyüğümüz bir baba, bir amca, bir ağabey olarak uyarır, hatta gerekirse iki şefkat tokadı bile aşkederdi. Kavga edenler de dahil, ne aileleri, ne de komşuları bu olayı yadırgamazlardı. Hatta olumlu bulup teşekkür bile ederlerdi “ellerine sağlık, ağzına sağlık” diyerek.
Şimdi eski çamlar bardak değil talaş oldu. Taşlar yerinden oynadı. Temeller sarsıldı. Anne-babalar, öğretmenler, medya, kısaca herkes ve herşey gençleri maddî boyutta geleceğe hazırlamaya, zengin olmaya, mal-mülk, kat, yat, araba, vs. sahibi olması için eğitime yönlendirmeye çalışıyor. Ancak bunların kazanımının tek ve yegâne erdem olmadığı vurgulanmıyor, bunların helâl ve meşru yollarla kazanılması için yol göstericilik yapılmıyor. İyi örnekler ve yüce şahsiyetler gündeme getirilmiyor. Gençlerin zihni kötü ve negatif figürlerle dolduruluyor. Okullarda fizikten kimyaya, gometriden resim dersine kadar her şeyi vermeye çalışıyoruz, ama, ahlâk konusunu pek önemsemiyoruz. Gençlerin, çocuklarımızın bedenlerini, midelerini doldurup beslemeyle meşgulüz, ama ruhlarını aç ve susuz bırakıyoruz. Sonrasında da Bediüzzaman Hazretlerinin 70-80 yıl önce uyardığı gibi “Gençler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar” hükmüne masadak oluyoruz.
Evet bu hamur çok su götürür. Ekonomiydi, geçimdi, iş, aştı bunlar birer etken ama en büyük problem bize göre ahlâkî boşluk. Bu boşluk doldurulmazsa tehlike çanları yarınlar için çalmaya devam edecek. Evet çanlar bizler ve yarınlar için çoktan çalmaya başladı bile. Elimizi çabuk tutalım. Felâket kapıda gibi.
28.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|