Manisa’dan Mustafa Can Yurtçu: “Namaz kılmayan Cehenneme gider mi? Ya da namaz kılan mutlaka cennete gider mi?”
Meseleyi sonuç itibariyle değil; Allah’ın emrine itaat noktasında alırsak daha doğru bir bakış açısı yakalamış oluruz. Sonuçta bizim çabamızın da katkısı olmakla beraber; genel itibariyle Allah’ın takdiri esastır. Fakat biz insan olarak Allah’ı tanımak, O’nu bilmek ve O’na itaat etmekle yükümlüyüz. Ne derece bu yükümlülüğümüzü yerine getirebiliyorsak, Allah katında o derece değerimiz olacaktır. Bu değerle biz Allah’tan hiç olmazsa cennetini istemeye yüz bulabileceğiz. Çünkü bu değer bize duâ kapısını açacaktır. Allah ise duâları işiten, cevap veren ve hikmetine göre kabul edendir. Biz, bize düşeni yapar, Allah’ın takdirine teslim olur, O’nun hükmüne boyun eğeriz. Allah’tan da cennetini umarız.
Diğer yandan beş vakit namaz Allah’ın kesin emri olduğundan, imandan sonra geliyor1 ve mahşerin ilk sorgu konusunu teşkil ediyor. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki: “Kıyamet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, perişan oldu demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Allah Teâlâ hazretleri: ‘Bakın, kulumun amel defterinde yazılmış nafilesi var mı?’ buyurur. Böylece, farzın eksikleri nafile namazları ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer amelleri hesaptan geçirilir.”2
Namaz konusunda eksiği ve borcu olanlar için nafilelerin, yani sünnet namazların Allah’ın izniyle imdada yetişeceğini hadisin metninden ve müjdesinden anlıyoruz. Peki, nafilelerin ve sünnetlerin de yetişmediği durumlarda halimiz ne olacak?
Burada bir hadis-i şerif daha içimize su serpiyor. Hadis-i şerif şöyle:
Abdullah İbnu Fudâle, babası Fudâle’den naklen anlatıyor: “Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm’ın bana öğrettikleri arasında: ‘Beş vakit namaza devam edin!’ emri de vardı. Ben: ‘Bu beş vakit, benim meşguliyetlerimin bulunduğu anlardır. Bana bunların yerine geçecek kapsamlı bir şey emret, öyle ki onu yaptım mı, benden beş vakit namaz borcunun yerine geçsin!’ dedim. Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm: ‘Öyleyse Asreyn’e devam et!’ buyurdu. Bu kelime bizim dilimizde yoktu. Bu sebeple: ‘Asreyn nedir?’ diye sordum. Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm: ‘Güneş doğmazdan önceki namazla güneş batmazdan önceki namaz’ buyurdu.”3
Bu hadisten, mahşerde Allah’ın rahmetinin mümkün mertebe insanlığı kucaklayıcı ve affedici davranacağını anlıyor ve umuyoruz. Yoksa bu hadisten sabah ve ikindi namazları yeterlidir, diğer namazları kılmasan da bu iki namaz onların yerine geçer gibi bir hüküm çıkarmıyoruz ve bu hadisi böyle anlamıyoruz.
Bu hadisten anladığımız şudur: Kulun namaz borçları çok fazlaysa, mahşerde nafile ve sünnet namazların farzların yerine sayılmasıyla namaz borcu bitmemişse; ikinci bir rahmet adımı böyle bir afla tecellî eder: Sabah ve ikindi namazlarını ihmal etmemiş olanlar, diğer namaz borçlarından affedilirler. Bu bir rahmet müjdesidir. Fakat tekrar tekrar ifade edelim: Bu bir tembellik ve gaflet belgesi değildir ve olmamalıdır. Bu, diğer vakit namazlarını kılmamaya cesaret vermemelidir.
Mahşerde böyle bir rahmet adımından sonra da namaz borcu olan mutlaka kalacaktır. Namaz borcu olanlarla ilgili nihayet şöyle bir hadis daha vardır: Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Allah kullarına beş vakit namazı farz kılmıştır. Kim bunları hafife almadan ve kasten hiçbir vakit terk etmeden hakkıyla kılarsa, Allah’ın onu Cennet’e alacağına dair sözü vardır. Kim de beş vakit namazı kılmazsa, Allah’ın ona her hangi bir sözü yoktur. Dilerse azap eder, dilerse Cennet’e alır.”4
Bu hadiste Allah Resulü (asm) namaz borçlarımız olduğunda, Allah’ın mutlaka azap etmek gibi tek düze bir kânuna tabi olmadığını, bilâkis takdir yetkisini kullanacağını, dilerse azap edeceğini, dilerse de affedeceğini bildirmiştir. Fakat:
1- Böyle durumda affedip etmeyeceğine dair Allah’ın bize verdiği bir sözü yoktur.
2- Böyle bir takdir ve tasarrufla affa uğramak için bizim de elimizden gelen gayreti göstermemiz, namaz borçlarımız üzerinde hassas olmamız, mümkün mertebe geçmiş namazlarımızı (unutmadıklarımızı, aklımıza gelenleri, hatırladıklarımızı, güç yetirebildiklerimizi) kazaen de olsa kılmaya çalışmamız Rabb’imizin rızasına doğru önemli bir yakınlaşma teşkil eder. Bu yakınlaşma da inşallah affımıza vesile olur.
Dipnotlar: 1- Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat 2- Tirmizî, Salat 305, (413); Nesâî, Salat 9, (1232) 3- Ebû Dâvud, Salât 9, (428)4- Nesâî, Namaz, 6
28.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|