Antalya ve Kayseri’ye birkaç seferim oldu. Her iki şehirde tarihin derinliklerine dayanıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın beşlisine eklenecek ve tahmisine tasdis ve tesdis olarak ilâve edilecek şehirler arasında olduğunu söylersek herhalde hata etmiş olmayız. Hata edersek de erbab-ı dil kusurlarımızı bağışlasın. Gerçi Altıncı Şehri yazanlar oldu, ama yedincisi ve diğerleri de yazılmalı. Şehirlerin ruhu nesillerden nesillere aktarılmalı. Bu iki güzide şehrimiz adlarını Bizans veya Roma dönemlerinden alıyorlar. Zamanla Türkçe kalıplara uymaya başlıyorlar.
Bu iki şehri ziyaret ettikçe elbette yeni şeyler öğreniyorum. Bu sefer de böyle oldu. Antalya’yı çamlarından ve dağlık yapısından dolayı doğduğum topraklara yani Bolu/Mudurnu çevresine benzetiyorum. Farkı birisinin denize kıyısı olması, diğerinin olmaması. Daha doğrusu, Bolu’nun merkezi ile Mudurnu Karedeniz’e biraz uzak. Yoksa birisi Akdeniz’e diğeri de Karadeniz’e bakan yüzlere ve kıyılara sahip. Antalya’da iken Mudurnu’ya has köpük helvanın Ermenek ve Konya’nın bazı yörelerinde de imal edildiğini duydum. Ama Mudurnu’nunki başka diyorlar. Ben kendimi genellikle Antalyalılara benzetiyorum. Ne hikmetse Kayserileler de beni kendilerine benzetiyorlar. Kayseriye vardıktan sonra birkaç kişi beni sesimden dolayı İhsan Eliaçık’a benzettiler. Ben de kendisini ansiklopedistlere benzetiyorum. Beni Eliaçık’a benzetenlerden ilki Çetin Şimdi olmuştu. Ben önce alaka kuramamıştım, ama herkes böyle deyince benzetme hakikat dairesine yükselmiş oluyor.
Bazen isimler müsemmayı bazen de zıddını yansıtırlar. Çetin Şimdi ise hem mânâsını, hem de zıt mânâsını yansıtanlardan. Çetin Şimdi terkibindeki Çetin aslında zıddıyla kaim. Çetinliğini pek görmedim. İsmine alışıncaya kadar birkaç defa kendisine Cengiz diye hitab etmiştim. O Çetin olduğunda ısrar etti. Ben şimdi çetinliğine de inanmıyorum. Şimdi onun Çetin değil Sehl veya Süheyl olduğuna inanıyorum. ‘Bugün Pazar Yahudiler Azar’ kitabının yazarının da ima ettiği gibi aslında Yalçın Küçük hocamız bu isim bilimini biraz sulandırdı. Birileri eskiden şapkadan tavşan çıkarırdı şimdi de isimlerden dönme çıkartıyorlar. Yeni bir tarz veya ekmek kapısı. Çetin’in soy ismi Şimdi ise tam kendisini temsil ve ifade ediyor. Şimdi’nin nerede karşınıza çıkacağını kestiremezsiniz. Onu bazen andığınızda bazen de anmadığınızda karşınıza dikilir. Şimdi’nin bir yansıması olarak hazır ve nazır bir haldedir. Henüz bu hali makam seviyesine çıkmasa da...
***
İhsan Eliaçık’a dönecek olursak. Soğuk bir kış günü Kayseri’ye vardığımda girdiğimiz ticarethanede Vakit gazetesi gözüme ilişti. Hüseyin Öztürk, ya eser, ya kitap ya da ürün tanıtır. Bazen kişilerden fikirlere bazen de fikirlerden kişilere intikal eder. 25 Aralık 2006 günü yazısını yine bir kitap tanıtımına ayırmıştı. Aslında tanıtılan kişi İhsan Eliaçık’ın Ezherli benzerinden başkası değildi. Abdulmüteal Saidi’nin, Ceberi’nin Kur’ân, edebiyat ilişkisiyle alakalı bir eseri tanıtılıyordu. Kur’ân’la ilgileri Eliaçık ile Abdulmüteal Saidi’yi biraraya getirdiği gibi Saidi’nin El Müceddiddune Fi’l İslâm kitabı da İhsan Eliaçık’ın İslâm’ın Yenilikçileri kitabına tıpatıp uyuyor. El Müceddidun kitabı, İslâm’ın Yenilikçilerinin selefi sayılabilir. İkisi de serazat yazılmış kitaplar. Evet, Kayseri ziyaretimiz tevafuklarla dolu idi. İhsan Eliaçık’ın şehrine girerken onun Mısır’daki izdüşümü olan Abdulmüteal Saidi’nin bir kitabının tanıtımıyla karşılaşıyorduk. Adeta Kayseriye girişte Eliaçık’ın Mısırlı benzeri karşılıyordu bizi.
Kayseri meşahirinden bahsedeceğim, ama ondan önce Ahmet’lerden bahsetmeliyim. Bunlardan birisi Antalyalı Ahmet Balta. Hizmet eri. İki gün boyunca gölgemiz gibi bizi takip etti ve hizmetimizle ilgilendi. İHH’dan Mehmet Kara ile birlikte bendeniz feragat ve fedakârlık timsali kişiliğinden etkilendik. Antalya’dan hoş hatıralarla ayrıldık. Bu vesile ile Yüksel gibi adını anamadığım birçok arkadaşla tanıştık. Portakal bahçeleri arasında seyrana çıktık. Anamur ve Alanya’yı turladık. Garp ile Şarkı kısa mesafede yaşadık. Kayseri’deki mihmandarımız ise yine bir başka Ahmed beydi. Ahmet Taş. Kur’ân ifadesiyle Allah’ın haşyetiyle yarılan ve inşikak eden taşlardandır inşaallah. Adapazarı’nda Ali Taşçeken diye bir ağabeyimiz vardı. Hâlâ hayattadır. İnsan kahrı çekmek taş taşımaktan zordur. O ömrü boyunca insan kahrı çekmiş ve bununla kemale ermiştir. Aslında Ahmet Taş ağabeyimiz de Kayseri’nin taşını çekenlerden. Manevi yüklerini omuzlayanlardan. Tabir caizse manevi hamallarımızdan.
***
Kayseri ulema yatağı. Sakarya’da ortaokul çağlarında kitaba meraklıydım. Bu sıralarda ilk dikkatimi çeken kitaplardan birisi Cumhuriyet Dönemi Uleması kitabı ile Kayseri Uleması adlı kitaplar idi. Yetmişli yıllardı. Kayseri’nin kadim bir şehir olduğunu biliyor, ama kaydadeğer bir ulema geleneğine sahip olduğunu doğrusu bilmiyordum. Bizim bilmememiz güneş varken gözlerimizi yummamız gibidir. Gözlerimizi açtıkça varlığına aşina oluyoruz.
Kayseri’ye gittiğimde yine bu kitabı sordum. Tanıştığımız arkadaşlardan birisi kendisinde sözkonusu kitabın bulunduğunu ve derleme bir çalışma olduğunu söyledi. Derken ev sahiplerimiz bizi çarşıda geniş bir kitapçıya götürdüler. Ve meşahir-i Kayseri ile ilgili bir kitabın olup olmadığını sordum. Yeni geldi diye bana Kayseri’nin Manevi Işıkları kitabını takdim ettiler. Bence Kayseri Uleması adlı çalışmanın yerine geçti. Hem de öyle. Böylece gizli arzumuz da tahakkuk safhasına çıkmış, ademden vucuda zuhur etmiş oldu. Niyetleri bilen ve kullarını sevindiren Halık-ı Kerim’e hamdolsun.
28.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|