Maslahat, ahlâk ve kanun birbiriyle bağlantılı bir üçlüdür. Üçü arasında görünür ve görünmez ilişkiler vardır. Maslahat, keyfiliği temsil eder ve keyfilik de genellikle kavga sebebidir. Keyfilik kuralsızlığın başka adıdır. Herkesin maslahatı farklı olduğundan maslahatçılığın sınırları yoktur ve nefs-i emmareye tabidir. Bu farklar çelişki duvarları olarak birbirinin karşısına dikilir. Maslahat nefs-i emmareyi temsil eder. Paylaşım gibi hususlar ise üst ahlâk mertebelerini temsil eder.
Nefs-i emmarenin sınırlarına tecavüz ederek çıkarmış olduğu kavgayı yatıştırma veya önleme görevini ahlâk üstlenir. Nefsi emmare en alt seviyedeki ahlâktır. Ona düşük ahlâk veya ahlâksızlık da denilir. Maslahat da benciliğe tabidir. Üst ahlâk nefsin tecavüzü altındaki sınırların bekçisidir. Onun bekçiliği devreden çıktığında kanunsuzluk hakim olur. Kimi zaman bu kanunsuzluğa orman kanunu da denilir. Gücün egemen olduğu kanun alanı. Kanun alanı mecazidir. Aslında kanunsuzluk alanı denmek istenmiştir. Teksas gibi bölgeler hukuksuzluk alanı olarak anılmaktadırlar. Kanunlar egemen olmayınca onun yerini egemenlerin kanunu alır.
Evet, maslahat hayatidir, ama aynı zamanda bencilliği temsil etmektedir. Yapıcı olduğu kadar yıkıcıdır da. İnsanlar maslahat çizgisini aşamadıklarında ahlâksızlık egemen olur ve burada işbirliği, yardımlaşma gibi daha üst kavram ve yapılar yeşermez, kollektif hizmetler gelişemez. Buna bağlı olarak, insanlık ve ümran yani medeniyet de gelişemez. Bu itibarla medeniyet, maslahat ile ahlâkın ve bunlara da ilâveten kanunun izdivacından tevellüt eder. Kimilerine göre, güce dayalı, onu temsil eden nefsanî medeniyeti (Batı medeniyeti gibi) medeniyet kavramıyla ifade etmeli. Daha üst ve manevî yapıyla da bağlantılı medeniyet ise hadarettir. Dolayısıyla nefsin alt mertebesinden üst mertebelerine doğru bir yükseliş ve bunu temsil eden hiyerarşik bir zemin veya sistem olmalıdır.
Dünya aslında nefsin en alt mertebesini temsil etmektedir, ama bir yönüyle yaşadığımız bir alandır. Bu itibarla, akl-ı maaş olmasaydı dünya da olmazdı. Ama sadece akl-ı maaşa indirgenseydi dünya da harap olmaktan kurtulamazdı. Tersi de doğrudur. Dünyadaki insanlar genellikle nefs-i safiye düzeyinde ve seviyesinde olsaydı dünya atıl kalmaktan harap olurdu. Nefs-i emmare seviyesinde kalsaydı da bu takdirde çekişmeden dolayı krizlerle ve harplarla yok olurdu. Bundan dolayı dünyada her mertebedeki nefse ihtiyaç vardır. Bu çerçevede, Necmeddin Tufi gibilerin maslahat felsefesi veya maslahatı mutlaklaştırmaları ölümcül bir hatadır. Maslahatı dolayısıyla nefsin arzularını mutlaklaştırmışlardır. Cemiyeti de bir fert gibi mütalaa ederek esas olanın maslahat olduğunu ifade etmişlerdir. Bu cemiyeti kayıttan kuyuttan, kuraldan azade etmektir. Bunun mübalağalı bir ifadesi olarak: Haysüma vücide’l maslaha fesemme şer’ullah denmiştir. Yani maslahat ve çıkar nerede ise Allah’ın hükmü de oradadır. İşte bu noktada kurallar, kanun ve ahlâk kaybolmaktadır.
***
Nefsi frenleyen, ahlâk ve onun temsil ettiği üst mertebelerdir. Ahlâk psikolojik boyutu temsil eder. Sosyolojik boyutta ise keyfiliğin aşılmasında üst mertebeyi kanun temsil eder. Maslahat nefsin çıkarlarını temsil eder ve bu noktada insanlar birbirleriyle niza ve ihtilafa düşerler. Bunlar arasındaki uyum ve ahengi kanun gücü temsil eder. Bundan dolayı, ahlâk ve kanun fazileti temsil etmektedirler. Bu itibarla, güç ve yetki de kişi de değil, kanunda olmalıdır. Bundan dolayı, Mevdudî gibiler İslâm hukukunun uygulanmasını da bu zaviyeden değerlendirirler. Bu bağlamda, İslâmda clergy yani din adamları ve ruhbanlar sınıfı yoktur. Bilgiyi, kuralları ve ahâkı temsil eden âlimler vardır. Âlimler bildikleri ve amel ettikleri derecede İslâmı temsil ederler. Ruhbanlıktaki gibi temsilleri mutlak değil, izafidir. İslâmda ruhban sınıfı yoktur ve sadece değerlerin gücü vardır. Mevdudî gibiler bunu ifade etmek için nomokrasi veya meritokrasi gibi kavramları kullanırlar. Kurallarla, o kuralları uygulayan icraî güç de birbirinden ayrıdır. Bu açıdan Hazreti Ali gibiler bir gayri müslimle aynı yargıcın huzurunda muhakeme ve mürafaa edilmişlerdir. Bu anlayıştan da kuvvetler ayrımı doğmaktadır. İslam’ın ruhunda bu vardır. Ama sözgelimi Velayeti fakih gibi doktrinler bu noktada illetlidirler. İcraya, bilgi ve ahlak ve kural nezaretinden ziyade kişi nezareti vardır bu da gücü kanuna, kurala değil kişiye vermektir.
***
Maslahat gibi bilgi de çeşitli ve çelişkilidir. Bilgi de maslahat gibidir. Dinî ve dünyevî alanda subjektif bilgi çeşitleri vardır ve bu alt düzey bilgi çeşitleri maslahat gibi insanları ve toplulukları birbirine düşürebilir. Maslahatın keyfiliğini ahlâk ve kanun dengelediği gibi alt bilginin çatıştığı noktaları da hikmet yani üst bilgi halletmektedir. Üst bilgi hikmettir. Dinî alandaki üst bilgiye hikmet denmektedir. Metodolojik boyut kadar irfanî boyut ve cepheyi de temsil eder. Bu paralelde, nazariyat alanının da üst bilgisi vardır. Bu, metodoloji veya usül ilmi veya ilimlerin felsesefisidir. Bilginin sağlaması hikmet, maslahatın sağlaması ahlâk ve kanun, kanunun sağlaması ise hukuktur. Üst maslahatı, ahlâk ve hikmetin rehberliğindeki dayanışma ve yardımlaşma temsil ve temin etmektedir. Cenab-ı Hak ‘favke külli zi ilmin alim’ dediği gibi ilimlerin de birbirine nazaran mertebeleri vardır. Objektif bilginin adı hikmettir. İlimler arasındaki barış da hikmete bağlıdır. Üst ahlak veya güzel ahlak ve bunun yanında üst bilgi olarak hikmetin sınırları arttıkça çelişkiler azalacaktır.
25.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|