“Siyaset cambazhanesinin cazgırı” olarak tanımlardı Erkal Zenger kendini. Çalışmadığı lider, organize etmediği miting kalmamıştı.
Mesleğe atılmadan önce, “Cebeci Sirki”nde çalıştığı için midir bilinmez, ama siyaseti bir cambazhane, kendisini ise oranın cazgırı gibi tanımlardı. Erkal Zenger işini ciddiye alırdı. Öyle ki, bu yüzden bazı bakanlarla neredeyse yumruk yumruğa kavga edecek duruma gelmişti.
ANAP’ta mikrofonu elinden kapıp, Özal’ı anons etmek isteyenler en büyük rakibiydi. Bu yüzden Ahmet Karaevli ve Mustafa Taşar’la büyük kavgaları olmuştu. Bir defasında miting meydanında mikrofondan “dong” diye bir ses yükselmişti. Geçmiş gün, Taşar ya da Karaevli mikrofonu kapıp Özal’ı anons etmeye kalkışınca Zenger mikrofonu muhatabının alnının ortasına, “dong” diye vurmuştu.
23 Aralık’ta Menemen’deki mitingi izlerken birden Zenger’i hatırladım. Zenger’i hatırlamama sebep olan olay, elbette ki Tuncay Özkan’dı. Tuncay Özkan, Cumhuriyet gazetesinin ANAP muhabiri olarak birçok mitingde Zenger’le birlikte olmuştu. Cumhuriyet’de çalışmanın verdiği solcu kimlikle ANAP’lılara biraz eleştirel baktığını sanırdım. ANAP’ın vıcık vıcık ilişkilerinden tiksinme noktasına gelen birisi olarak doğrusu Tuncay Özkan’ın bu tavrından da oldukça hoşnuttum.
Ama şimdi görüyorum ki, Tuncay Özkan o sıralarda Erkal Zenger’e çok özeniyormuş. Bu yüzden, işte dedim; “Siyaset cambazhanesi yeni bir cazgıra daha kavuştu.”
Miting meydanında el kol hareketleri, bir iki cümle konuştuktan sonra meydanı coşturmak için sözü kesip slogan attırması gibi miting performansı hep Zenger’den unsurlar taşıyordu. Sözlerine, Adanalılar, Balıkesirliler, Diyarbakırlılar, İzmirliler diye başlaması da yine Zenger’den kalan bir alışkanlıktı.
TV programlarından son olarak da Ankara ve Menemen’deki miting meydanlarından Tuncay Özkan’ın performansını yakından izliyorum. Heyecanlı, kararlı ve de hınçlı. Başbakan Erdoğan’ı eline geçirse bir kaşık suda boğacak kadar da hırçın. Bu yüzden konuşurken bazen kendini kaybediyor ve hakaretler savurmaya başlıyor. Her özelliğini Zenger’den alacak değil ya, bu özelliğini de çok özendiği Uğur Mumcu’dan alsa gerek.
Tuncay Özkan’ı izlerken çok şeyi anladım da bir şeyi anlamadım. Türkiye’nin toplam dış borcuyla ilgili bir rakam verdi. Sonra döndü, tüm dış borcun AKP’liler tarafından cebe indirildiğini savundu. “Kim kör kuruşu midesinden geçirdiyse, dünyada da ahiret de de yakasından yapışılsın.”
Ancak anlamadığım şu oldu. Tuncay Özkan hayatında en büyük desteği ANAP’a verdi. Daha doğrusu Mesut Yılmaz’a. Bu kadar dürüst olan Tuncay Özkan’ın her nedense tüm destekledikleri Yüce Divan’da yargılandı, yargılanmaya devam ediyorlar ve bazı usul hükümlerinden yararlanarak cezaevine girmekten kurtuldular. Ama aklanamadılar.
Burada bir Menemen tartışması açacak değilim. Çünkü Türkiye’de bu tür konularda gerçeği arama adına yürütülmüyor tartışmalar. Ali Şükrü olayını, Birinci Meclis’in feshedilmesini, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın, Serbest Fırka’nın kapatılmasını, İzmir Suikastini, İstiklal Mahkemelerini tartışabiliyor muyuz? Lozan’ı tartışamadığımız gibi.
Üstü tabularla örtülü bir tarihimiz var bizim. Bırakın onları daha dünün Sivas olaylarını aydınlatabildik mi? Bu tür bir tartışma iklimimiz olmadı. Tartışma değil, küfretme üzerine kurulu, aykırı bir ses çıkaranın infaz edildiği terörize bir iklime sahibiz. Bu yüzden Menemen olayını araştırmak üzere Atatürk tarafından gönderilen Vali Kâzım Bey’in verdiği raporu gündeme getirmek istemiyorum.
Vali Kâzım Bey Menemen’de adlî kuvvetlerin sergilediği acziyeti ortaya koyarken, bu zafiyetin bize 70 yıldır yaşattığı rejim sancılarını unutabilecek miyiz? Ancak Menemen olayında altı çizilmesi gereken bir nokta var.
Menemen’de yapılacak miting için günlerce yapılan çağrılara, gerginliği tırmandırmayı hedefleyen hakaretamiz üslûba, sine-i millete dönme çağrılarına rağmen, CHP, SHP, DİSK gibi solun temel parti ve kurumları bile itibar etmedi. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde toplanan bir grup hırçın azınlığın kendilerine rota ve gündem belirlemesine fırsat vermediler. Daha doğrusu onların peşine takılıp, ülkeyi ve kendi geleceklerini maceraya atmadılar.
Çalınan tüm tamtamlara rağmen muhalefet Menemen’de tezgâhlanmak isteyen oyuna prim vermedi. İşte Türkiye adına bu bir kazanç. AKP iktidarının da bunun kıymetini bilmesi gerekiyor. Bu iklimi koruma en çok iktidarın görevi. Siyaset cambazhanesinin yeni cazgırlarının maceralarına oyuncak olacak dönemleri artık geride bıraktık.
Burası demokratik hoşgörüsünü geliştirebilmiş, gelenekleri olan bir ülke. Sinbat’ın maceralarına ihtiyacımız yok…
25.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|