Kürsüde adalet dağıtanlar
Size bu yazımızda adliyede yaşadığımız ve daha çok yargı kürsülerinde gördüğümüz olaylardan söz edeceğiz. Kürsülerde genelde bir hakim ve bir savcı bulunur. Bazı kereler buralarda hakim ve savcı sayısı artar. Ağır Ceza Mahkemeleri, eskiden yaşadığımız Toplu Basın Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Yargıtay, Danıştay dâvâ daireleri, Anayasa Mahkemesinde bu sayı bazı kereler 10’u geçer.
Yukarıda saydığımız bu mahkemelerin tamamında bulunmak, her avukatın meslek hayatında, çoğu kez mümkün olmamıştır. Anayasa Mahkemesine, Devlet Güvenlik Mahkemesine, Askerî Mahkemelere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine girmek şöyle dursun, bunların yerlerini bile bilmeyen, yüzlerce, binlerce meslektaşımız vardır.
İdarî mahkemelerde, vergi mahkemelerinde kürsülerde daima, biri başkan olmak üzere, üç yargıç vardır. Bu saydığımız yukarıdaki mahkemelerin tamamına, ayrı ayrı zamanlarda ve çeşitli sebeplerle avukat olarak hep girmiş ve bunların yanı sıra, 27 Mayıs’tan sonra kurulan Yassıada Mahkemelerinde on beş hakimli iki üç savcılı duruşmaları görmek bize nasip olmuştur. Meslek hayatımız, bütün bu mahkeme çeşitlerinde görev almamız açısından zengin ve renkli geçmiştir.
Avukatlık hayatımın ilk dâvâsına sanırım Savaştepe’de girmiştik. Dâvâ konusu neydi, kime aitti, pek hatırlamıyorum.
Meslekî hayatımı, büromuzdaki iş bölümü gereği, Balıkesir dışındaki mahkemelerde sürdürmüşümdür. Bu sebeple aşağıda anlatacağım olaylar, Balıkesir şehrinin dışındaki il ve ilçe mahkemelerinde geçmiştir. Bandırma’daki Asliye Hukuk Mahkemesi hakimi Fethi Kuraner bembeyaz saçlarıyla kürsüye çıktığı zaman eğer kravatı yoksa cübbesinin yakasını iğneleyerek kapatırdı. Kendisine, mesleğine, kürsüsüne büyük saygı gösterirdi. Çok taraflı, çok tanıklı dâvâları sabırla sürdürür, hiç söz kesmez, kısalttırmazdı.
Ayvalıkta hukuk hakimliğini 27 yıldan beri sürdüren, yine bir beyaz saçlı hakim Muhsin Ergüney, tıpkı bir Osmanlı kadısı gibi adaleti, adeta yeniden üreterek dağıtırdı. Kürsüde uzun süren duruşmaları kesmez ve bölmezdi. Çok uzun süren dâvâların duruşmalarında, kürsüde sigarasını ikiye bölerek, gizlice bir iki nefes alarak bitirirdi. Bu hal kimseyi rahatsız etmezdi. Meslek hayatımızda takip ettiğimiz dâvâda gösterdiğimiz gayret sebebiyle, bize üç misli avukatlık ücreti veren ilk ve son hakim o olmuştu. Daha sonraki yıllarda bu değerli hakim Balıkesir barosuna avukat olarak kayıt olmuştu.
Kürsülerde, oturmadan yürüyerek duruşmayı sürdüren hakimler gördüğümüz gibi, cübbesini giymeden duruşmaya giren hakimler de olmuştur.
Yine duruşmaları, konser idare eden koro şefi gibi, büyük bir ciddiyetle, saygıyla yönetenlere rastladığımız gibi, çok yüksek sesle, taraflara bağıra bağıra, adeta hakaret edercesine davrananlara da rastlamışızdır. Hatta bir defasında sabrımız o kadar taşmıştı ki, hakime; “Hakim Bey, bizim ceza ve hukuk yargılama usul yasalarımızın hangi maddesinde, hakimlere böylesine ayağa kalkarak bağıra bağıra hitap edecekler diye hüküm bulunmaktadır. Bize gösterebilir misiniz?” demek zorunda kalmıştım.
Balıkesir’de öğrenimlerini yapmış Balıkesirli iki hakim arkadaş ve hemşehri, Sındırgı’da mesleklerini sürdürürken, biri elindeki bir tomar dosyayla, öteki Balıkesirli arkadaşının duruşma salonuna girip, “Al bu dosyaları kendin gör, bana en ağırlarını seçip gönderiyorsun” diyerek, ağır sözler söyleyip, dosyaları bırakarak gitmişti.
Yine bir Balıkesirli hakim, Bigadiç’teki duruşma sırasında, ifadesini aldığı sanığın kendisine; “Hakimliğine güvenerek böyle davranıyor, bağırıyorsun” demesine son derece hiddetlenmiş, cübbesini çıkararak kürsüden fırlamış, “Ulan, işte al cübbeyi çıkardım” sözleriyle sanığın üzerine doğru yürümüş ve salonda bulunanlar olarak, “Aman hakim bey” diyerek müdahale etmiş, olayı önlemiştik.
Balıkesir’de bir avukat arkadaşımız karakolda dövülmüş, hakarete uğramış, olay sıcağı sıcağına adliyeye intikal etmişti. Duruşma salonu, avukatlar, izleyiciler ve gazetecilerle dolmuştu. Herkes sanık polisin tutuklanmasını beklerken, serbest bırakma kararı karşısında şaşırıp kalmışlardı. Bu da yetmezmiş gibi, duruşmayı 2-3 ay sonraya ertelemesi karşısında, biz meslektaşımızı savunan müdahil avukat olarak hakime, “Bu dâvâda serbest bırakma kararınızın yanı sıra, şimdi dâvânın duruşmasını üç ay sonraya ertelemenizin anlamı nedir?” diyerek sormuştuk. Bize sert biçimde; “Efendi, duruşma defterinde yer yok” cevabını vermiş, biz de kendisine aynı tonda, aynı ifadeyi kendisine iade ederek, “Efendi siz duruşma defterinde yer olsa da dâvâyı öne koymazsınız” diyerek tavrımızı sergilemiştik. Bu dâvâ o yıllardaki Baro Başkanını, Baro Başkanlığından istifa ettirmiştir.
Biz elli yıllık meslek hayatımızda, büyük bir saygı içerisinde selâm vererek selâmımızı alan değerli yargıçlar gördüğümüz gibi, selâm vermemek ve almamak için başını çeviren ve yol değiştirenler de gördük.
Rahmetli olan selâm verip, alan hakimlerin cenazelerinde üç beş bin kişi bulunurken, diğerlerinin cenazelerinde cemaat sayısının 30-40 kişiyi geçmediğine tanık olduk. Anladık ki, hangi makamda, hangi ünvan altında çalışırsanız çalışın, ektiğinizi biçiyorsunuz ve bunun cevabını daha bu dünyadan ayrılırken alıyorsunuz!
|
Av. Turgut İNAL
25.12.2006
|