Takva ve amel-i salih için “Kur’ân’ın nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan” prensipler nitelemesini yapan Bediüzzaman, “günahlardan kaçınma” anlamındaki takvanın bu zamanda öne çıktığını vurgularken şu altın formülün altını çiziyor:
“Farzları yapan, kebîreleri (büyük günahları) işlemeyen kurtulur.” (Kastamonu L., s. 110)
Burada dikkat çekilen önemli hususlardan biri, farzların vazgeçilmezliği. Namaz, oruç, tesettür, şartlarını haiz olanlar için zekât ve hac gibi. İçi boşaltılmış bir dindarlığın yükselişinden dem vuranlarca öngörülen namazsız veya tesettürden uzak bir “Müslümanlık” modelini tervic ve teşvik çabaları karşısında özellikle önem kazanan bir vurgu bu.
Farzlar mutlaka yapılacak.
Üstadın farzlardaki ısrarının diğer bir muhatabı da dinin âdâb boyutundaki son derece ince detayları yerine getirme hassasiyetiyle “şahsî kemâlat” peşinde koşarken çok önemli ve temel esasları gözden kaçırabilen tavır.
Öncelikle farzlar olabildiğince eksiksiz yerine getirilecek; ondan sonra şartların ve imkânların elverdiği ölçüde sair füruatı tamamlamak için gayret edilecek.
Kaçınmamız istenen büyük günahlara gelince; Bediüzzaman Hazretleri bunları şöyle sıralıyor:
“Katil, cinayet, adam öldürmek; zina; şarap; anne-baba hukukunu çiğnemek ve sıla-i rahmi (akrabalarla ilişkiyi) kesmek; kumar; yalancı şahitlik ve dine zarar verecek bid’alara taraftar olmak.” (Barla Lâhikası, s. 178)
Said Nursî, sıraladığı bu büyük günahların “ekberü’l-kebâir ve mûbıkat-ı seb’a,” yani “insanı felâkete götüren en büyük yedi günah” olarak tabir edildiğine de dikkatlerimizi çekiyor.
Günümüzde pompalanan hayat tarzına baktığımızda, bu listeye giren ağır günahların da teşvik ve tervic edildiğini görüyoruz.
Zinanın hukuken suç olmaktan çıkarılmasına paralel olarak, evlilik dışı ilişkileri yaygınlaştırmaya yönelik telkinlerin tamgaz devam etmesi veya şarap propagandasının fütursuzca sürdürülmesi, bunun örneklerinden sadece ikisi.
İşin garibi, gayrimeşru ilişkiler de, şarap ve alkol de “çağdaşlığın ve laik hayat tarzının gereği” olarak savunulurken, bunların, kişinin Müslümanlığına zarar vermeyeceği iddiasının dile getirilebilmesi; hattâ “orucunu tutup Cuma’sına da giden, ama kafayı da çeken” bir “Türk tipi Müslüman” modelinin uydurulması.
Peki, aynı zihniyetin alkolizme tedbir arayışlarını veya Diyanet’in bir çeşit kumar olan millî piyango için verdiği “haramdır” fetvasını gericilik olarak suçlamak suretiyle sergilediği saldırgan cür’etkârlığın açıklaması ne?
Bu cür’etkârlığın en önemli sebeplerinden biri, her hal ve şartta hakkı savunmakla görevli olanların pısırıklığı ve acziyeti olmasın!
Bu çok önemli konunun bir başka boyutu da şu: Hiçbirimiz “Bizim böyle büyük günahlarla işimiz yok ve olamaz” rehaveti içinde olmamalıyız. “Dine zarar verecek bid’alara taraftar olma” ve onları savunma durumuna düşmemeye de özellikle dikkat etmeliyiz.
Ve insanları büyük günahlarla ebedî felâkete sürüklenmekten koruyacak iman temelli bir hizmeti en önemli görev saymalıyız.
24.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|