(Geçen haftadan devam…)
Sabah’ın erken saatinde uyanan eşi, telâşla kendisini uyandırmaya çalışıyordu. “Beyim sana müjde. Hacda seni bekliyorlar.” Beyi pek bir şey anlamamıştı. “Hayrola hanım?” demekle yetindi.
Eşi, başladı rüyasını anlatmaya: “Baktım ki, hacdan dönmüşsün ve bize hediyeler getirmişsin” dedi ve rüyasından aldığı mesajı aktarmaya çalıştı: “Şimdi anlıyorum ki, sen hacca gitmelisin. Biz sonra seninle yine gideriz. Allah şimdiden kabul etsin. Bu süre içinde babam gelir, bizde kalır.”
***
Çok rahatlamıştı Mesut Bey. Bütün yollar aynı kapıya çıkıyordu. Arkadaşının bir gün önce kendisinden habersiz kaydını yapıp, gece geç vakitte haber vermesinden de eşinin haberi yoktu. Söylemeye fırsatı olmamıştı. Müjdeler pekişmişti. Ufak bir engeli kalmıştı. Onu da halledecekti inşallah. İşyerinde, bu süre içerisindeki ödemelerini planlaması gerekiyordu. Başka da haccı düşünmek ve zihnen hazırlanmak dışında bir problemi kalmamıştı.
Keyifli bir sabah kahvaltısı yaptı eşiyle. Eşinin ona hacı gibi davranması ve rüyasının etkisinde olan yaklaşımı, kendisini fazlasıyla mutlu etmişti.
Bir an önce işe gidip, bulunmayacağı dönem için tedbirlerini alacaktı.
***
Hisli bir dünyanın doyumsuz hazlarına aşina olmaya hazırlanıyordu artık Mesut Bey. Yılların özlem kesitleri bir karede buluşmanın arefesindeydi. Bunun içten içe yükselmeye başlayan bir heyecan olduğunu önceden fark edemediğine üzülse de, şimdi bile bu güzel duygu ve düşüncelerin nimetine kavuştuğunu ve bu yolun etki sınırına girmesinin ayrıcalığını gördükçe, başkalaşımın izlerini sürme niyeti arttı.
İşyerindeki arkadaşlarına bugün farklı yaklaştığını, personelden biri söyleyince, bu başkalaşımını dışarıya vurduğunu anladı. Bundan da mutluluğu arttı. Demek ki, uyarlanmış bir ruh halinin ortama katacağı güzel haller mümkündü. Hac gibi, henüz personele açıklamadığı bir niyetin yansıması bu kadar fark ediliyorsa, yaşanacak haccın etkileşimdeki pozitif katsayısını düşünmeye başladı.
Her düşünce, yeni bir keşfin kapısıydı. Her adım, yeni bir yolun habercisiydi. Her mutluluk, katlanarak artan bir hazine gibi manevî sermayesini arttırıyordu.
***
“Yarın akşam, beraber bir yemek yemeye ne dersiniz arkadaşlar?” dedi birden. Personel memnuniyetle karşıladı. Bir-iki ufak mazeret; “Efendim, yemek olmasa da, işlerimizi yarın konuşabilir miyiz?” biçiminde gelince, Mesut bey; “Ailelerimizle birlikte, sadece yemek yiyeceğiz. İş konuşması yapmayacağız. Mutlu bir beraberlik yaşayalım diyorum” şeklinde mukabelede bulundu.
Bunun üzerine, gözler parıltılı ve sessiz bir baş işareti ile “Peki efendim” dercesine anlaştı.
***
Akşam eve geldiğinde, oğlu Murat’ın karşılama biçimi görülmeye değerdi. “Baba ben de geleceğim” cümlesi ile karşılamıştı babasını. Baba, bir şey anlamadan, “Peki oğlum” demeyi tercih etti. Odaya geçtikten sonra “Nereye oğlum?” diye sorunca, Murat bütün muzipliğiyle, “Sanki bilmiyorum? Hacca gidiyormuşsun. Annem söyledi” dedi.
Baba ve oğlunun hac muhabbetini gören anne, çok mutlu bir şekilde katıldı konuşmalara: “Oğlum, benle sen bir dahaki sefere babanla gideriz” dedi. Annesinin tavsiyesine itiraz eden Murat, “Hayır ben şimdi gideceğim babamla. Çocuklar hacca gitmez mi?” diyerek ısrarını sürdürdü.
Baba, “Yemeğe geçelim mi?” diyerek hazır sofraya yöneldi ve hac sohbeti sofrada devam etti.
Murat, “Baba hacca niçin gidilir? Senin yerine Osman Abiyi gönder” deyince anne-baba gülüşmeye başladılar.
Mesut Bey, “Bu şirketin işi değil oğlum. Benim yükümlülüğüm” demekle yetindi. Murat isteğine devam etti; “Baba, madem şirketin işi değil o zaman beraber gidelim.”
Annesi ile birden yüz yüze geldi babası. Akşamki benzer sohbet aklına geldi. Taahhütte bulundu oğluna: “Bir dahaki sefere inşallah oğlum.”
Mesut Bey, ismiyle müsemmâ, daha şimdiden hayalen, zihnen ve niyeten hacca yönelmişti, haccı yaşıyordu.
24.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|