Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Zafer AKGÜL

Dünyevîleşme hırsı



Geçen haftalarda Ertuğrul Günay ile Mehmet Bekâroğlu’nun başlattığı Yeni Siyaset Girişiminin, olanca iyi niyetlerine, haklılıklarına rağmen bugünkü ortamda zemin, ortam ve kitlelerin hazırlıksızlığı gibi faktörleri ileri sürerek pek de başarılı olamayacağını belirtmiştim. Zaten yazıdan iki gün sonra bu hareketin şimdilik partileşme teşebbüsünde bulunmayacağı belirtildi.

E-mailime “Yeni Siyaset Girişimi” lejantlı bir bildiri de göndermişler sağolsunlar. Bildirinin muhtevasına büyük çapta katılmamak mümkün değil. Hepsi de haklı ve doğru şeyler. Mesajları komprime hale getirirsek: “Yolsuzlukların önü kesilmeli. Toplumsal değerler aşınıyor. Devlet müdahaleci ve vesayet anlayışına dayanıyor. Partiler şeffaflık, demokrasi ve hukuktan uzak derebeylik gibi. Yurttaşlarımızın kimliklerini ifade edebilmeleri lâzım. Etnik, dinî ve millî değerlerin ardına saklanarak istismarcı siyasetle bir yere varılamıyor. Toplumsal barış için adalet olmalı. Cumhuriyet belli kesimlerin değil kimsesizlerin sahibi olmalı. Problemlerin çözümünde muhalefet umut vermiyor. “Bunlar sıralandıktan sonra Yeni Siyaset Girişiminin misyonu anlatılıyor: “Sorunlar kavgayla değil, barışla çözülecektir. Halktan güç alan bir siyaset anlayışı uygulanacaktır. İnsan hak ve özgürlüklerinde birleşme ve kaynaşmanın güvencesidir. Üretici bir toplum olmalıyız. Kazanımları adaletle bölüşmeliyiz. Hedefimiz, siyasetin halktan kopuk yapısını, devletin buyurgan ve savurgan yapısını değiştirmek, adaleti tüm alanlara yaymaktır. Kısaca hürriyet, adalet, kardeşlik arayışımızı paylaşmaktır.” Tüm bunları sanıyorum marjinal bir grup veya jakoben bir zümre dışında kim istemez ki? Hepsi de güzel ve doğru.

Peki bu girişim neden veya niçin şimdilik atıl kalabilir? Hemen şunu da bir antiparantez belirtelim. Tarihten soyutlanarak hiçbir fikir ve hareket doğru sorgulanamaz. Her akım ve ekol kendi tarihsel süreci içinde ele alınmalıdır. O sürecin zaman ve mekân boyutlarından dolayı birçok fikir, kanaat ve yargı elbetteki kendi mantığı içinde tümüyle olmasa da mutlaka bir mevzide haklı ve hakikatli olabilir. Üç boyutlu düşünülmediği takdirde, sadece kendi zaman ve mekân şartlarımıza göre ele aldığımızda eleştiri ve değerlendirmelerimiz hatadan hali olamaz.

Müslüman sol hareketin içinde teorik babta ihlâs ve samimiyet vardır şüphesiz. Öncülerinin kişilikleri tartışma götürmez derecede kendini isbatlamışlardır. Ne var ki, destek beklenen kitlelerin, ideoloji, aksiyoloji ve hedefleri açısından bu hareketin toplumsal ve siyasal platformda oturacak yer bulması hayli güç olacaktır.

Somut bir örnek verecek olursak dünyada ve Türkiye’de bir zamanların kapitalist düşmanları sosyalistler ve komünistler bilinçaltında bir kapitalizm hasretiyle ve amacıyla sosyalist kavramları ve fenomenleri savuna geldiler. İslâm dünyasında Sosyalist İslâm ya da Liberal İslâm anlayışındaki kitlelerde bile söylemlerinde hep karşı çıkıp düşman ilân ettikleri bir İslâmî kapitalizm özlemi vardır. Bunun böyle olduğunu son 20 yılda bırakın dünyayı sadece Türkiye’deki iktidar-servet-güç üçgeninde dinî ve ahlâkî boyutlarındaki sapma, dejenerasyon ve asimilasyonlarda açıkça görmüştük. Daha basitçe söylersek hani şu takva sahibi, mücahit sıfatlı, liberalizmden çok sosyalizme yakın karakter sergileyen dindar siyasetçilerimizin para-makam-iktidar ateşiyle imtihanlarında mum gibi erimeleri, dünyevileşme içinde savrulup gitmeleri, bu konuda bizlere çok şey ifade edecek yeterli verileri oluşturur.

Dinî, ahlâkî ve insanî değerleri özümsemeden sadece söylemlerle, belli gün ve gecelerde hamaset şiirleri okuyarak dünyaya yön verebilecekleri zehabına kapılanların, gün gelip de servet ve hizmet makamlarına gelince nasıl bir kapitalist kesildiklerini, “Onlar yiyeceğine biz yiyelim, zengin Müslüman fakir Müslümandan daha hayırlıdır” fetvalarıyla nasıl bir kapitalist, İslâmî sosyete ve beyaz Müslüman zümreler oluşturduklarını yine hepimiz acıyarak izledik. Asıl acınacak noktanın Hz. Ömer adaletinden dem vuranların Haccac konumunda icraatın başında oldukları uyarılarına karşılık “Biz Hz. Ömer miyiz ki?” kıvırma taktikleriyle nefislerinin iğvasına kapılıp gitmeleridir.

Netice-i kelâm, altyapı oluşmadan üstyapı hevesine kapılanlarla nereye kadar gidilebilir ki?

04.01.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (03.01.2007) - Cumhurbaşkanını halk da seçebilir

  (28.12.2006) - Çanlar yarın için çalıyor

  (21.12.2006) - Müslüman Sol tutar mı?

  (16.12.2006) - Neren doğru ki Selçuk Bey?

  (14.12.2006) - Altın gol ofsayt mı?

  (23.11.2006) - Papa bize gelirse

  (18.11.2006) - İçi boşaltılmış kavramlar

  (16.11.2006) - Çankaya yokuşu

  (04.11.2006) - Ah, Tolon, Tolon!

  (02.11.2006) - 100. yıl fantezileri

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004