Öteden beri bir cumhurbaşkanlığı ağız kavgasıdır gidiyor. Mesele sadece ağızlarla sınırlı kalsa iyi. Ama seçim zamanına doğru günler geçtikçe her konu cumhurbaşkanlığına dönüşüyor, her yol cumhurbaşkanlığına çıkıyor.
Askerden sivile, anayasal kurum başkanlarından YÖK üyelerine, siyasî parti genel başkanlarından, sanayi odaları, sendikalara, hatta sivil toplum örgütlerine kadar hemen herkes, artık bu konuyu mutlaka bir şekilde gündeme getirip görüşlerini, sakıncalarını, çekincelerini ve uyarılarını ilân ediyor. Açıklamalar peşpeşe geldikçe, siyasî ve ekonomik tansiyon da borsa endeksi gibi bir çıkıyor bir iniyor.
2007 bütçesinin Meclis Genel Kurulu'nda görüşülmesi sırasında sayın Baykal’ın ortamı geren “başörtüsü” yorumu karşısında Başbakan Erdoğan’ın piyasalar karışmasın gerekçesiyle soğukkanlı davranması da gösteriyor ki, cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları sadece piyasaları değil, bir takım siyasaları(!) da sarsabilir bir karaktere sahiptir..
Bundan önceki bir yazımızda Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanı, bu Meclisin içinden çıkacaktır. Dışarıdan seçilmesi Meclise hakarettir” şeklindeki beyanatını, “Alan daralması ve seçilecek kişinin kolayca tahmin edilerek Mayıs 2007’ye kadar yıpratılmasına yol açacağından” dolayı eleştirmiştik.
Yapılan anketlerde Erdoğan’ı sevdikleri halde, seçmenlerinin ülkede ve AKP’de gerilim, kaos ve kargaşa olmasın diye Köşk'e çıkmasına taraftar olmadıkları anlaşılmaktadır. Hukukî yönden çok, yazılı olmayan ve Türkiye’ye has hukuk teamülleri(!) açısından sakıncalı görüp de Erdoğan’ı uyaran bir çok yazar kitlesi de aynı noktaya parmak basıyorlar.
Cumhurbaşkanının ülkeyi ve dünyayı kucaklayıcı bir kişilik, devlet organlarıyla uyumlu bir konum, ülkeyi dışarıda temsil edebilecek bir misyon sahibi olması gibi bir takım ortak paydalar ileri sürülmektedir. Bu özellikler Erdoğan’da vardır, yoktur o ayrı mesele, ama tartışmaların gerekçelerinden en önemlisi bu.
İmdi, bu aşamada piyasaların karışmaması için Baykal’ın veya herhangi bir özel veya tüzel kişinin eleştirilerine temkinli yaklaşan sayın Başbakanın kendi mantığı ile olaya bakacak olursak, cumhurbaşkanlığına soyunmaktan vazgeçip daha az tartışılacak ve daha çok destek bulacak bir aday üzerinde yoğunlaşması daha isabetli olur kanaatindeyiz.
Adayda uzlaşma, yaygın kabul görme, kurumlar arası diyalogda tecrübeli gibi bir takım kriterleri ölçü alacak olursak, sözgelimi şu millet vekili veya falanca emekli bürokrat olabilir diyerek, ortak özelliklerinde uzlaşılacak bir kişiye destek verilebilir.
Sayın Demirel’in yıllar önce ileri sürdüğü “Cumhurbaşkanını halk seçsin” teklifi üzerinde ciddî ciddî durulsa yeridir. Yabana atılacak bir fikir değildir. Bu vesileyle Başkanlık sistemine de geçiş sağlanabilir.
Halkın desteğine mazhar olacağını kuvvetle ümit eden Erdoğan’dan Baykal’a, emekli bürokrattan emekli askere kadar şartları tutan hemen her vatandaş hiçbir engelle karşılaşmadan, rahat ve kendinden emin olarak Cumhurbaşkanlığına soyunur ve halkın iradesini arkasına alan o makama hiçbir kurum ve kuruluşun itirazı olmadan çıkabilir. Böylece bu kadar şaibe, Bizans entrikaları, lobiler, gözdağı vermeler, irtica, vatan haini gibi çirkin iftiralar da kendine zemin bulamaz. Milletin başı da ağrımaz.
Cumhuriyet ve demokrasinin temel esprisi halkın halk için, halk tarafından kendisi yönetmesiyse cumhurbaşkanını halkın seçmesinden kim, niye gocunsun ki?
Evet, bu teklif, bir çok tıkanıklığı rahatça açabilecek ve Türkiye’nin sıkıntılarını kolayca aşabileceği bir alternatiftir ki, gerçekten üzerinde durulması gerekir diye düşünüyoruz.
03.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|