Dahilde silâh kullanmama kuralını en iyi işleyenlerden birisi Bediüzzaman olmuştur. On Altıncı Lem’a’da şöyle yazar:
“Sual: Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükümete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükümetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin membaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına ve bid’aların bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini duâ ettin ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin hükümetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir.
Elcevap: Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.
Hem harp belâsı ise, hizmet-i Kur’âniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymettar kardeşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harp vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur’âniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızamla, böyle kıymettar kardeşlerimin her birisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa verirdim. Böyle yüzer kıymettar kardeşlerimizin hizmet-i Kur’âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zararımızı hissediyordum. Hattâ Zekâi’nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar mânevî faydasını kaybettirdi. (Lem’alar, s. 107)...”
İran’ın dış siyaseti maslahat üzerine kaimdir. Azerilere karşı Ermenistan’la ittifakı bunu göstermekte olduğu gibi, Baas’ın iki kanadından biri olan Suriye Baas’ıyla yakın ilişkiler kurmasına karşılık, Irak Baas’ıyla çatışma noktasına gelmesi de maslahatçı bir tutumun sonucudur. Soğuk Savaş döneminde ABD’ye karşı Sovyetler’e yakınlığı, aynı doğrultuda Irak işgali sırasında da Saddam’a karşı ABD ile dolaylı işbirliği bu politikanın ipuçlarını vermektedir. Esat ile Saddam arasında pragmatik bir seçim yapılmıştır. Saddam’a karşı devrim, Hafız Esad’a karşı işbirliği politikası. Birisine devrim, diğerine evrim politikası. Bush yönetimi, Ayetullah Humeyni’nin gerçekleştirmek isteyip de gerçekleştiremediğini altın tepsi içinde kendi elleriyle takdim etmiştir.. Ama isteyerek değil. Pragmatik politikaların zorlamasıyla. Bununla birlikte ABD de yine Irak’ta maslahatçılığının kurbanı olmuştur. Merhum Ayetullah Humeyni’nin rüyasını gerçekleştirmesi buna delildir. Bu siyasî bir yenilgi olduğu gibi, Powell gibilerinin de itiraf ve ikrarıyla direniş karşısında askerî açıdan da bir yenilgidir. Siyaseten Şia’ya, askerî olarak da Sünnîlere yenilmiştir. ABD önce İran devrimini durdurabilmek için Saddam Hüseyin yönetimini arkalamış, ardından bölgeye yerleşebilmek için Saddam’ın Kuveyt’e girmesine göz yummuş, hatta azmettirmiş ve ardından da geriye sadece Irak’ın işgali kalmıştı. Zamanın olgunlaştığını görerek bizzat Irak’a girmek için de 11 Eylül’ü bahane etmiş ve kullanmıştır. İran da fırsatçılık yapınca, maslahat birliği iki zıt kutbu Irak’ta buluşturmuş ve tarihin en garip siyasî olaylarından birisi gerçekleşmiştir. İki düşman ‘müttefik’ olarak Irak’ta buluşmuştur. Bunlar pragmatizm üzerinden zıtların buluşmasıdır. İstikametleri ayrı olmakla birlikte, yöntemleri aynıdır. Bush ve Nejad gibi. Bu buluşmanın en büyük zararını genelde bütün Iraklılar, özelde ise Sünnîler çekmektedir. İran dolaylı bir biçimde ABD’ye karşı direnişi överken, kendi özel projesi için de Şiî milisleri ve partileri desteklemektedir.
İran’ın bu şekilde bağa destursuz girmesi, bölgesel dengeleri de altüst etmiş ve bozmuştur. Irak denklem dışında kalırken, kutuplaşmada Irak’ın yerini kısmî olarak Suudi Arabistan alıyor görünmektedir. Bütün bunların nedeni ileriyi görememek ve kardeşlik ve umumun maslahatı yerine, fırsatçılığı ve zümre maslahatçılığını öne çıkarmaktır. Önce Suriye, ardından da Irak politikaları göstermiştir ki, İran’ın çıkarları Sünnî dünyayı temsil etmemektedir. Hatta tezad arzetmektedir. Bütünü kuşatıcı politikalar yerine ‘gel bana tabi ol’ yaklaşımı benimsendiğinde ve bunun sonucu maslahatlar çatıştığında orta yol nasıl bulunacaktır? Orta yol bu durumda maslahatlar üzerinden bulunamaz. Daha doğrusu herkes maslahatını önceler ve başkasının maslahatını kendi maslahatı gibi değil de, kendi maslahatını başkalarının maslahatı gibi gösterirse çatışma kaçınılmazdır. Bunu önlemenin tek yolu ise, ahlâkî kriterleri ve maslahat yerine ilkeleri öne çıkarmaktır. İlkeler üzerinden hareket ettiğimizde de parçalı maslahatlar da temin edilmiş veya en azından çatışmamış olacaktır. Maslahatçılık hadde tecavüzü, hadde tecavüz de çatışmayı tetikler. Özel ilişkilerimizde de, siyasî ilişkilerimizde de ahlâkî boyutu yeniden keşfetmemiz ve ona riayet etmemiz gerekiyor. Bunu sağlayamazsak, kendi zeminimizi çürütür ve yok ederiz...
03.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|