Yeryüzünde çok az şehir krallara nisbet edilmiştir. Konstantiniyye bunlardan birisidir. St. Petersburg, yeni adıyla Leningrad da bir başkasıdır. Geçmişte de, sonrasında da adı krallar ile birlikte anılmıştır. İstanbul da bir başka çar kentidir. İstanbul hem isim, hem de sıfat olarak çarların kentidir. Kayseri de adını Kayzer'den almaktadır, o da bu yönüyle çar kentidir. Eskiden Rum kralları Kayzer-i Rum olarak anılırlardı. Bu yönüyle Kayseri bir imparatorluk şehri ve bakiyyesidir. Kral kenti olan Kayseri, aynı zamanda kral bir kenttir de. Kadı Burhaneddin'in arizî iktidarı döneminde pay-ı taht olmuş. Tarihte İskender edebiyata konu olmuş ve İskendernameler yazılmış ise, aynı şekilde adı şehirlere isim ve sıfat da olmuştur. İskenderiye, İskenderun, Konstantiniyye, Konstantine gibi şehirler krallarla birlikte anılmaktadır. Eskiden tebalar da krallarla birlikte anılırmış. Bundan dolayı 'insanlar krallarının dinleri üzerinedirler' denmiyor mu ? Kayseri, Sakarya savaşı galibiyetle neticelenmeseymiş kazara modern Türkiye'nin yeni başkenti oluyormuş. Tayin edici öneme haiz Sakarya savaşının seyriyle birlikte Kayseri'nin başkent olma fikri de askıya alınmış. Böyle de bir stratejik derinliğe sahiptir. Anadolu'nun stratejik derinlik noktalarından birisidir. Geçmişte bu şehirde Ermeniler de kalabalık bir nüfus halinde yaşıyorlarmış. Kayseri geçmişte tüccarlığıyla ve pastırmasıyla ve sucuğuyla tanınıyordu. Şimdi ise müteşebbisleri, sanayisi ile de tanınıyor. Konya gibi Anadolu'nun abide şehirlerinden birisi. Girişimciliğiyle makus talihini yenmiş. Kayseri denilince bir de hatırlanan pastırma tadındaki keskin ağzı. Bu ağızı benim kuşağımdakiler Kaynanalar dizisinden tanıyor. Ben de televizyonun televizyon olduğu günlerde Kaynanalar dizisinin tiryakileri arasındaydım. Televizyon henüz romantizm çağındaydı ve bunalım çağına girmemişti.
***
Bazı şeyler galat-ı meşhur halinde aklımda kalıyor ve onları aklımdan çıkarmak bir hayli güç oluyor. Bunlardan birisi de Üstad Necip Fazıl'ın Kayserili olması. Halbuki o Maraşlı. Çeliğe su vermek gibi Maraş da şairlere su verir. Su ile demir kıvamında buluşamazsa, ondan çelik olmaz. Şairler de Sivas, Maraş gibi mekânlarla buluşmazlarsa nadiren şair olabilirler. Azerbaycan ve Moritanya gibi çapraz ülkeler şairler yatağıdır. Galiba suyundan olmalı. Necip Fazıl Kayserili olmasa bile, biraz da olsun Kayseri eliyle tanınmıştır. Bunda emeği geçenlerden birisi Mustafa Miyasoğlu'dur. San’at yılında kırkını deviren Mustafa Miyasoğlu Üstad Necip Fazıl'ın tanıtımı ve anlaşılması için kendisini vakfedenlerden birisidir. Herkesin böyle vefakâr ve hamiyetperver talebeleri olsa ünü cihanı alır. Talebe yoksa üstad da yok. Bundan dolayı Evzaî gibiler birgün imam oldukları halde, bugün adları ve sanları duyulmuyorsa takipçilerinin ve talebelerinin himmetsizliğindendir. Yoksa o zevatın kısır olmasından değil. Himmetli talebeler nesiller ile üstadı arasında kalıcı köprüler kurarlar. Bu bağlamda, Ertuğrul Düzdağ olmasaydı tanınma yönünde Mehmet Akif eksik kalırdı. O destan şairi belki de gerektiği gibi anlaşılmayabilirdi. Bu satırları Mustafa Miyasoğu'nun diyarında not etmiştim. Miyasoğlu Ağabeyle isimlerimizin dışında başka benzerliklerimiz de vardır. Yenge Erzurumludur. Bizim hanım da o anlamda Dadaşlardandır. Bahis Mustafa'lardan açılınca, Kayseri'nin öteki Mustafalarını es geçmek doğru olmaz. Mustafa İslamoğlu da Kayserilidir. Akif Emre ve Yusuf Kaplan gibi Kayseri sınırları tarafından zaptedilemeyince soluğu İstanbul'da alanlardan ve İstanbul'a taşanlardan. İstanbul'da küresel olmak, galiba Kayseri de yerel olmaktan geçiyor. Değerli edip Muhsin İlyas Subaşı da Kayseri'den. O İstanbul'u Kayseri'den aydınlatanlardan. Aslında bu daha zor, ama oluyor. Sivas'ın Ahmet Turan Alkan'ına bedel, Kayseri'nin de Muhsin İlyas Subaşı'sı gibi isimleri var. Kayseri'yi anınca ve Yeni Asya'da da yazınca Ali Hakkoymaz'ı anmamak olmaz. Zaten Kayserililer Yeni Asya deyince hemen Ali Hakkoymazlarını hatırladılar. Demek ki 'kulakları kirişte' denildiği gibi, kulakları İstanbul'da. 'İstanbul kanatlarımızın altında' diyorlar.
***
Evet, Kayzer kenti Kayseri bir kitabistan. Her kitabistan mutlaka fedakârlıklar üzerinde yükselmiştir. Her güzel işin altında mutlaka fedakârlık ve alınteri, göznuru vardır. Neden hacda coşku azalıyor diye bir soruya yine bir Kayserili cevap vermişti: “Kolaylık arttıkça coşku da azalıyor...” Her şey anlam kaymasına uğruyor. İşte Kayseri'yi manevî olarak yaşatanlardan birisi de Akabe Kitabevinin sahibi Esat Ayata. Her gittiğimizde mutlaka çayını içiyoruz. Kitaplarla birlikte mutlaka bir iki kitapsever ve yazarla da mülâki oluyor ve tanışıyoruz. Bu mânâda, Esad Ayata'nın Akabe Kitabevi hem kitabistan hem de bir dergâh. Resmî ve profesyonel bir dergâh değil. Dolayısıyla bu eksiklikleriyle tam bir dergâh. Kayseri'nin Akabe Kitabevi ve Esad Ayata bana nedense hep Konya'daki Esra Yayıncılık ve sahibi Mustafa Bey'i hatırlatıyor. Bu gibi hamiyetli insanlar her şehirde olmalı. Şehirlerin farz-ı kifayesi de budur. Böyle mânâ erlerine ve kitap kurtlarına ve kitapseverlere gerçekten de ihtiyaç var.
31.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|