Müslümanlar dinimizde çok önemli bir yeri olan Kurban Bayramını kutladılar. Lâkin bayram günü hakkında uyuşmazlık var. Ülkemizde ve bir kısım İslâm ülkesinde 31 Aralıkta bayram yaparken, birçok Arap ülkesinde ve Arabistan’da 30 Aralık’ta bayram yapıldı.
Biz Müslümanlar takvimlerimizi Kamere yani Ay’a göre ayarlarız. Başta Avrupalılar olmak üzere birçok ülke ise Güneş’i esas alarak takvim yaparlar. Güneş takviminin özelliği gereği mevsimler hep aynı zamana gelir. Bu sayede çok eski yıllardan beri vergiler hasat zamanında toplanabilmekte, mevsim şartları dikkate alınarak planlamalar yapılmaktadır. Fakat yıldönümleri için belirli bir düzen olduğunu söyleyemeyiz zira milâdî takvim yani güneşe göre düzenlenen takvim o kadar çok değiştirilmiştir ki yıldönümlerinin aynı güneş yılı tarihine uygun olması mümkün değildir.
Bu değişikliklerin başlangıcı bir yılın 365 gün olmadığının farkına varılması ile olmuştur. Güneş yılının 365 gün 6 saat olması sebebi ile Şubat ayına dört yılda bir gün ilâve edilerek çözüm bulunmaya çalışılmıştır.
Bu takvime göre yıldönümü meselâ Hz İsa’nın doğum günü güneş yılı hesabı ile bulunamaz. Zira hem takvimle çok oynanmıştır hem de bir yıl 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniyedir. Yıldönümleri ancak yaklaşık bir tarih denilebilir.
Fakat Müslümanlar kamerî aylara göre takvimlerini düzenlerler. Kamerî aylarda değişiklik olmaz. Zira Ay’ın hareketi muntazamdır ve sabittir. Ayrıca çok kolay gözlem yapılarak takvim belirlenebilmektedir.
Bu hususu şöyle izah edebiliriz. Dünya Ay’ın sadece bir yüzünü görmektedir. Zira Ay’ın kendi ekseni etrafındaki dönüşü ile Dünya etrafındaki dönüşü aynı zamandır. 27 gün 7 saat 43 dakikada Ay’a göre hem bir yıl hem de bir gün olmaktadır. Ne ilginçtir ki Ay kendi ekseni etrafında bir saniye geç dönse veya dünya etrafında bir dakika fazla dönse görünmeyen yüzünü görme imkânımız olacak. Şu halde ancak Ay’a gönderilen uzay araçları ile bize görünmeyen yüzünün şeklini görebiliyoruz.
Elbette bunun bir hikmeti vardır. Biz hikmetinin anlaşılmasını Astronomlara ve ilim adamlarına bırakıp takvim meselemize dönelim.
Hicrî takvimin milâdî takvimine göre üstünlüğünü yıldönümlerini nazara vererek açıklamaya çalışmıştık. Tekrar etmek gerekirse değişiklikler sebebi ile Hazreti İsa’nın doğum gününü belirlemenin neredeyse imkânsız olduğunu ifade etmiştik. Fakat kamerî takvime göre Peygamber Efendimizin (a.s.m) doğum gününü belirlemek çok kolaydır. R.evvel ayının 11. gecesi Mevlid kandilidir. Keza Kur’ân âyeti ile sabit olan 80 yıldan daha hayırlı Kadir Gecesi Ramazan ayının 27. gecesidir.
Müslümanlar hasat zamanını ve mevsimsel şartları ikinci plana iterek mübarek gün ve geceleri esas almışlar ve hicrî takvimi kullanmışlardır. Zira bu günlerin farkında olmamak büyük bir kayıp demektir. Madem takvim önemlidir ve madem Cenâb-ı Allah, Dünya, Güneş, Ay ve Gezegenleri bir nizam ile hareket ettiriyor, Müslümanlar neden ihtilâfa düşüyor? Biz Pazar günü bayram yaparken Arap kardeşlerimizin bir kısmı Cumartesi bayram yapıyor. Çözüm nasıl olabilir?
Bundan yıllarca önce Müslüman ülkeler toplantı yapmış takvim birliği ile ilgili temel değerler kabul edilmişti. Diyanet İşleri Başkanlığı da bu konuda hassas davranmış, konusunda uzman değerli ilim adamları ile toplantılara katılmıştı. Halen de kılı kırk yararak takvim hazırlamakta ve alınan kararlara uygun davranmaktadır.
Bediüzzaman, kendisine sorulduğu zaman diyanetin hazırladığı takvimi esas aldığını söylemiş ve uygulamıştır. Zamanın büyüğüne itimat ederek tartışmalardan çekinmeli, birlik ve beraberliği temin edecek şekilde hareket edilmesi gereklidir. Aksi halde uhuvvet ve kardeşlik duyguları zayıflamış olacaktır.
Bazı Arap ülkeleri ile takvim konusundaki ihtilâfın sebebi ayın başlangıç gününün farklı anlaşılmasından kaynaklanıyor olabilir. Malûm kamerî aylar bir ay 30 gün bir ay 29 gün olarak belirlenmektedir. Teknolojideki gelişmeler sayesinde Ayın gözlenmesi kolaylaşmış hangi ayın 29 hangi ayın 30 gün çekeceği rahatlıkla anlaşılmıştır. Zaten matematikle saniyesine kadar hesaplanabilmektedir.
İnşallah, takvim konusunda Müslümanlar lüzumsuz olan inatlaşmayı bırakır ve aynı günde oruç tutmaya başlar, bayram namazını kılar. Mevcut durum bizleri gayrimüslimler nezdinde küçük düşürmektedir. Belki de fitne ile iş gören dessas Avrupalıların oyununa geliyoruz. Bu sebeple konferanslarda alınan kararlara uyarak birlik ve beraberliği temin etmeye çalışmak, her samîmî Müslümanın görevi olsa gerektir.
04.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|