İslâmın istişare gibi önemli emrine uymada hayatını İslâma endeksleyen Bediüzzaman da alabildiğine titiz davranırdı. Onun en çok önem verdiği konulardan biri de meşveretti.
Ona göre meşveretin Müslümanın hayatında büyük yeri vardır. Fikirlerini birleştirme adı altında asırlar ve zamanlar tarih vasıtasıyla birbirleriyle meşveret etmiş ve bugünkü ilerleme ve fenler doğmuştur. Asya kıtasının en gerilerde kalışının sebebi ise meşvereti yapmamasıdır. Oysa meşveret Müslümanların sosyal hayattaki saadetlerinin anahtarı hükmündedir. “Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şuradır.”
Bediüzzaman bunun önemini anlatırken, fertler gibi taifeler ve kıt’aların da şûrâ yapmaları üzerinde durur, böylece yüzz milyonlarca Müslümanın ayaklarına vurulan çeşit çeşit istibdat kayıtları ve zincirlerinin açılacağını, dağılacağını söyler.1
Demek ki meşveretin olmadığı yerde istibdat boy göstermekte, kuvvet bulmaktadır. Tek fikir, tek görüşün yanılma şansı kuvvetli olduğu gibi dış tesirlere karşı da mukavemeti azdır. Çünkü, “Fert, tesirât-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir.”2 Meşveretin olduğu yerde ise tek fikir ve tek görüşün hâkimiyeti yerine çok akılların ittifak ettiği çoğunluğun görüşü hâkimdir.
“Neden şûrâya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan İslâmiyetin hayatı ve terakkisi nasıl o şûra ile olabilir?” sorusuna ise şu cevabı verir Bediüzzaman:
“Haklı şûra ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden; üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın, hakiki ihlas ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukûât-ı tarihiye ile bize haber veriyor.”
Daha sonra meşveretin diğer bir önemli faydasına da şöyle dikkat çeker Bediüzzaman:
“Mâdem beşerin ihtiyacâtı [ihtiyaçları] hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve nihayetsiz hâcetlere karşı îmandan gelen nokta-i istinad ve nokta-i istimdat ile beraber hayat-ı şahsiye-i îmaniyesi dayandığı gibi, hayat-i içtimâiyesi de yine îmanın hakâikinden [hakikatlerinden] gelen şûrâ-yı şer’î ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar.”
Dipnotlar:
1- Hutbe-i Şâmiye, s. 65, 66.
2- Sünûhat, s. 50.
05.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|