Mü’min Allah’a ve Resûlüne inanan, Müslüman da Allah ve Resûlünün emirlerine teslim olan insan demektir. Bu îman ve teslimiyet mü’mini kamçılar, ideal ufuk rıza-yı İlâhîye doğru ilerletir. Artık mü’min her nefesinde, her adımında onu düşünür; ona göre yer, içer, yatar, kalkar.
İslâmın öngördüğü bir modeldir bu insan modeli. Hayra, faydalıya, güzele koşan; şerden, kötülükten, zararlıdan, zarar vermekten kaçınan, insanlığın faydası ve saadeti için çırpınan âdetâ meleğe benzeyen bir insan modeli… İbadetler ise böyle bir modeli hedefler.
“Îman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder”1 sırrınca mü’min inancı gereği, herşeyi Kudret Elinde tutan Rabbine teslim olacak, her işinde Ona güvenip dayanacak, bu sûretle dünya ve âhiret saadetini bulacaktır.
Namaz, oruç, zekât, cihad gibi ibadetlerde mü’min hep bu halkalardan geçer. Durum bazan büyük meşakkat, çile ve ıztırapları göğüslemeyi gerektirebilir. Çünkü “Büyük saadetler büyük acı ve felâketlerin neticesidir.”2 Yazın sıcak ve uzun günlerinde tutulan oruç, mal ve candan fedâkârlık gerektiren cihad; düzenliliği, plânlı ve programlı olmayı öğreten namaz ve daha birçok ibadette hep çileleri göğüsleme vardır.
Hac yolculuğu da böyledir. İlâhî eğitime tâbî olan mü’min bu esnada maddeten ve mânen hassas bir eğitimden geçer. Meşakkatleri göğüslemek, zorluklara katlanmak; olup bitenleri sabır ve tahammülle karşılamak zorunda kalır. Bir kısım mahrumiyetlere, sıkıntılara katlanır. Duâsında da bu gerçeğe yer verir: “Allah’ım Senin rızanı kazanmak için haccetmek istiyorum. Onun îfasını bana kolay kıl. Ve onu benden kabul buyur.”
Bu samîmî niyet, duygu, düşünce ve teslimiyet onu, gassalın elindeki bir cenaze gibi kendi duygu ve düşüncelerini terk edip rıza-yı İlâhî çerçevesinde hareket etmeye iter.
Ömürde bir defa farz olan bu vazife, mü’mini öylesine eğitir, cenderelerden geçirir ki, âdetâ mü’min başka bir insan olup çıkar. Çünkü hac ona çok şeyler öğretir, ruh dünyasında büyük inkılâplar meydana getirir.
Hac, bu ve buna benzer sırları ihtiva ettiği ölçüde fonksiyonunu icra etmiş olur. Dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanların katıldığı böylesine kutsî bir ibadet o nisbette de katılımcılığı, ortaklığı, bütünleşmeyi gerektirir.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 284.
2- Şuâlar, s. 650.
27.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|