Türkmenistan Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı, renkli ve aykırı kişiliği ile tanınıyordu. Tam 21 yıl boyunca Türkmenistan’ı yöneten Saparmurat Niyazov, 12 metrelik altın heykelini bile yaptırmıştı. Güneşle birlikte dönen ve parlayan bir özellik vermişti heykeline.
Doğalgaz sayesinde millî gelirini 8 dolardan 8 bin dolara çıkarmıştı. Bağımsızlaşmayla birlikte bu kaynakları, tamamen kendi inisiyatifine aldı, tercihleri, zevkleri ve önceliklerine göre ülkeye kendi şablonunu, kostümünü giydirdi.
Öyle ki, Ocak ayına kendi ismini, Nisan ayına ise annesininkini vermişti. Çok sert kararlar alır ve uygulardı. Bir çok icraatı akıldışı denecek düzeyde kendine hastı ve dikkat çekici tepkileri beraberinde getirirdi.
Uluslar arası algılanışı, diktatörlüğüydü. Bunu da, kimsesizlik içinde büyürken, devlet imkânlarıyla Leningrat’ta okuduğu mühendislik eğitiminden sonra, Komünist Parti saflarına katılmasına borçluydu. Yaptıkları geçmişindeki süreçlerin, düşüncelerin sonucuydu.
1985 yılında Türkmenistan Milletvekilleri Konseyinin Başkanlığına atandığında, su katılmamış bir komünistti. Sıkıydı. Halbuki ailesi, komünist baskıların mağduruydu.
Babasını II. Dünya Savaşında, diğer aile fertlerini ise depremde kaybetmişti. Bu ezikliği ve yetişme ortamları, onu fırsatları kullanan ve değişim baskısı ile kendini tatmin etmeye çalışan bir ruh haline sokmuştu.
Aralık 1991’de Türkmenistan’ın Sovyetler Birliği’nden ayrılmasının ardından cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 99,9 oy alarak, cumhurbaşkanı oldu. Krallığını fiilen başlattı. Türkmenbaşı ünvanını kendine uygun gördü. Muhalefete asla göz açtırmadı. Türkmen parası Manat’a resmini bastı. Referandumla, kendini ömür boyu “Türkmenbaşı” ilân etti. “Ölümsüz” liderdi.
Türkmen kültürünü, değerlerini ve maneviyatını, kendince Ruhname kitabında şekillendirdi, kalıplaştırdı.
Her tarafa resimlerini astı, heykellerini dikti. Birçok kurum ve kuruluşa kendi ismini verdi.
Gençlerin saç ve sakalına bile müdahale ediyordu. Ehliyet alacak olanlar ve üniversiteye girenler Ruhname’yi ezbere bilmek zorundaydı.
Türkmenbaşı Niyazov, “Demir Yumruk”la ülkeyi yönetti. Kendini efsaneleştirmek için elinden geleni yaptı. Adeta bizden mülhem “Türkmenbaşı Krallığı”nı icra ediyordu.
Ciddiyeti, kendini putlaştırmaya yoğunlaşmış bir hırs açlığından besleniyordu.
Çocukluğu yetimhanede geçmişti. Yükselmek için Sovyet döneminde Komünist Partide karar kılmıştı.
Protokollerde, kendine has mizacı ve kontrolsüz tepkileriyle bilinirdi. Keyfiliği, eğlenceye düşkünlüğü ve içki müptelâlığı, zafiyetlerini bastırmasına engeldi. Yanlılarını kamulaştırmış ve hatalarıyla alude bir diktatördü.
Bir o kadar da müsrif ve kaynakları şatafata, lükse ve kendi cesametini yansıtan figürlere harcayan bir megalomandı. Kendince “Türk lideri” idi.
Dünyada doğalgaz üretiminde beşinci ülke olmanın avantajıyla uluslar arası gücünü kullanarak kendini vazgeçilmez tutkusuna kaptıran bir padişah gibiydi.
Kendi heykellerini tonlarca altından yaptıracak kadar ülkenin kaynaklarını, ihtiraslarına ve şöhretine kurban eden tipik bir şark lideriydi.
Bütün dayatmalarını, kendi menfi egosuna tahsis etmiş bir “balyoz”, bir “sapan taşı” veya maruf lâkabıyla “demir yumruk”tu.
“Bizden” olanları merak ediyorum. Bu “başarı öyküleri”ni nasıl yakaladılar(!) diye.
Sizce Türkmenbaşı, bu kadar tecrübeyi(!) nereden kopyaladı. Kimi, kimleri model aldı?
Çağdaş demokrasileri mi, komünist, faşist ve laik karması bir “kral çorbası”nı mı baz aldı?
Türkmenbaşı, Orta Asya’da, Türk dünyası için çok sevimli bir örnek değil.
Orta Asya’daki cumhuriyetler yurdun atasında, diğer portreler gibi maalesef tarihteki yüksek ruhu ve bugünün gereği demokrasi şuurunu geliştiremediler. Zorlukları olduğu ve Sovyetlerin gölgesinde kaldıkları doğru. Ancak özendikleri rol, demokrasi ile çelişiyor.
“Hep bana” dediler. “Ben”e çalıştılar.
Ve fani oldular... Resimleri şimdiden inmeye başladı. Darısı diğer diktatörlerin başına.
27.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|