İnsan; kâinat - Kur’ân, esmâ ve zikir bağlantılarını şöyle kurmalı:
Şu uçsuz bucaksız kâinat büyük bir insan; insan ise, kâinatın minyatürü. Kur’ân ise, kâinatın yazılımı. Yaratıcı’nın isim ve sıfatları kâinatta tecellî ettiği gibi, insanda da tecellî etmiş ve yazılı olarak da Kur’ân’a yerleştirilmiştir. Kur’ân, insanın programıdır. Kâinat ve insan, Kur’ân’ın açılımı ve cisimleşmiş halidir.
Yaratılanların en üstünü ve halife olan insan, tüm varlıkların penceresinden bakarak, ibadet ve zikrederek, atomların parçaları zerrelerden başlayarak katrilyonlarca hücre, milyarlarca uzuv, unsur, bitki, ağaç, sayısız güneş sistemi, samanyolu, galaksi, nebulaları da vird, zikir, tesbihat dairesine alır; onlar kadar şükür ve hamdini sunar.
Kâinattaki tüm varlıklar adına ve onların özelliklerini yansıtacak şekilde (meselâ namaz, bütün varlıkların ibadetlerinin fihristesidir) ibadet, tesbih ve zikreden bir Müslümanın duyguları, varlıklar sayısınca genişlik ve güç kazanır ve adeta onların olumlu özelliklerini yansıtır. Ve bedenindeki hücreler, yeryüzü ve bütün mevcudâtın atomlarıyla birlikte namaz kılıp tekbir getirir ve sonsuz Kudretle kalbi bağ kurar.
Eğer maddî ve mânevî herbir organını; Kur’ân’ın gösterdiği, yani Allah’ın emrettiği yerde kullanırsa; Allah’a teşekkürün şubelerinden olan şükr-ü örfîyi ifâ eder. Yani, duygu ve organların yapması gereken işleri yerine getirir. Hem de şeriate uyarsa (dinin kuralları, tabiat kanunları ve ahlâk prensipleri çerçevesinde yaşarsa); insanın cevherinde bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden (görünen) isme bir ayna olur. O vakit insan; ruhuyla, cismiyle görünen âlem ve gayba (metafizik âlemlere) bir özet olur ve her iki âleme tecellî eden, yansıyan insana da tecellî eder.1 Böylece fikir, ibadet, zikir ve şükrüyle, metafizik âlemlere geçiş yapabilir, imanî bağlantılar kurabilir ve imanını onlar sayısınca derecelendirip yükseltebilir.
Meselâ, Allah Habîr, yâni, herşey den haberdardır. Bu isim insanda da akıl, kalb, göz, kulak gibi herbir duyu ve duyguda çeşitli oranlarda tecellî etmektedir. Eğer insan, aklını, kalbini, duyu ve duygularını şeriat dairesinde işletirse, ibâdetini yaparsa, Habîr isminde mesafe kat’eder. Bu isim, aynı zamanda bütün varlıklarda çeşitli oranlarda direkt veya dolaylı olarak da tecellî etmiştir. Meselâ, Hay veya Rahîm ismine daha ziyade ayna olduğunda, gayb âlemindeki başka türlü olan Hay ve Rahîm isimlerinin tecellîleri de kendi aynasında yansıyabilir ve müthiş bir genişlik ve enerji elde edilir. Ve bu enerji, ihlâs derecesinde katlanır. Şöyle ki:
Veliliğin kerâmeti (olağanüstü, harika hali) olduğu gibi, hâlis (safi, kesin, kararlı, doğru, samîmî, içten olan) bir niyetin dahi kerâmeti vardır.2 Eğer niyetini hâlis ve samîmî tutarsa, pekçok kapılar, pencereler kendisine açılır.
İşte mü’min, tüm Esmâ ve Sıfat’a bu çerçevede bakarak ibadet, tefekkür, zikir ve şükürle imanını kâinat çapında şahlandırarak kuvvetlendirebilir.
Dipnotlar: 1- İşârâtü’l-İcâz, s. 23.; 2-Mektûbât, s. 360-361.
27.12.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|