Son YAŞ toplantısında ordudan ihraç edilenlerin çoğunu “esrar içenler”in oluşturduğunu yazmıştık. Aradan fazla zaman geçmedi, bu defa İstanbul’da bazı tanınmış ve zengin ailelerin çocuklarına yönelik bir uyuşturucu operasyonu yapıldığı açıklandı.
Çok ibretli ve düşündürücü gelişmeler.
Öte yandan, devletin sahipsiz çocuklar için koruyucu ve destekleyici tedbirleri içeren yönetmelikleri peş peşe Resmî Gazete’de yayınlanırken, yine devletin kontrolündeki yatılı ilköğretim okullarıyla yetiştirme yurtlarından dehşet verici tecavüz haberleri geliyor.
Hatırlayanlar olacaktır: 28 Şubat’ta “irticaya karşı alınacak en önemli tedbirlerden biri,” barınma yeri arayan gençleri “tarikat yurtları”ndan devlet yurtlarına çekmek olarak ifade ediliyordu. “Laikliği koruma”yı misyon edinmiş bazı “çağdaş” dernek ve vakıflar da çalışmalarını yurtlarda yoğunlaştırmışlardı.
Ama devlet, dilinden düşürmediği o konuda da sınıfta kaldı. Gençleri ağırlayacak yeterlilikte yurtları hizmete sunmayı başaramadı.
Son tecavüz olayları ise, 28 Şubat’ın tetiklediği diğer birçok olumsuzluk gibi bu vahim gelişmenin de, üstelik devletin sorumluluk alanındaki yurtlarda, hem de ilkokul sıralarına kadar indiğini gösteren son derece dehşet verici örnekler.
Yakın zamanlara kadar hiç görmediğimiz ve işitmediğimiz, liselerde bıçaklarla birbirine giren kız çeteleri; başını alıp giden kapkaç, gasp, hırsızlık olayları; sigara, uyuşturucu ve alkol felâketinin ilkokullara inmesi hakeza...
Çocukları ve gençleri hedef alan tuzakların hiç umulmadık ve beklenmedik yerlerden açılan menfezlerle dünyalarımıza sızarak bizi canevimizden vurabildikleri son derece tehlikeli bir ortam ve zamanda yaşamaktayız.
TV ve bilgisayar ekranları, internet ortamı, sokak, okul, çevre adım başı tuzaklarla dolu.
Peki, bu vahim ve ürkütücü tablo karşısında ne yapmamız gerekiyor? Tabiî ki, öncelikle evlerimizi sıkı bir şekilde tahkim etmemiz ve çocuklarımızla sıcak, samimî, sıkı bir irtibat ve diyaloga girerek, onları, özellikle bu tehlikelerden koruyacak bir manevî zırhla teçhiz etme gayretlerini yoğunlaştırmamız.
Vahameti nihayet fark etmiş görünen devlet, yayınladığı yönetmeliklerle çocuklara sahip çıkılmasını istiyor. İstanbul Valisi ailelere “Çocuklarınıza kontör yerine millî manevî değerleri yükleyin” tavsiyesinde bulunuyor.
Ama aynı devlet, öncelikle gençleri tehdit eden manevî dejenerasyonun en tesirli ilacı ve reçetesi olan din eğitimi üzerindeki 28 Şubat tahribatını tamire ve gönüllü din hizmetlerine yönelik engellemeleri kaldırmaya da hâlâ bir türlü yanaşmıyor. Aksine, irtica iddialarını gündemde tutmak suretiyle, toplumun geleceğini dinamitlemeyi sürdürüyor.
Ve esas itibarıyla manevî yozlaşmadan kaynaklanan sonuçları, yalnızca maddî tedbirlerle ortadan kaldırabileceğini düşünüyor.
Ama maddî tedbirleri dahi beceremiyor.
Oysa asıl yapılması gereken, Bediüzzaman’ın ısrarla vurguladığı gibi, manevî tahribata karşı manevî tamirat seferberliği açmak.
Başka bir çıkış yolu var mı?
27.12.2006
E-Posta:
[email protected]
|