Bir insan, bahusus Müslüman, bazılarına göre günahkâr olabilir, suçlu ve gaddar da olabilir. Fakat son ânında idama giderken ve kelime-i şehadet getirirken hiçbir güç ve insan mani olamaz. 2007 dünyasının penceresi bununla açılmamalıydı. İslâm dünyasında bütün cezaevlerinin kapıları açıldığı ve af çıkarıldığı bir günde, bir ülkenin lideri, sevelim sevmeyelim, bayram sabahı asılamazdı ve asılamaz. Bunları yapanları Müslüman veya insan haklarına saygılı veya hür ülke diye nasıl takdim edeceğiz ve nasıl anlıyacağız? Bunları görünce çağın Mevlânâ’sı Hz. Bediüzzaman’ın Mektubat’ına bayram sabahında hüzünle, hicranla gittim. İlham kaynağı olan 22. Mektub’unda bugüne diyor ki: “Elhasıl: ‘El-hubbu lillâh, ve’l-buğzu fillâh, ve’l-hükmü lillâh’ olan desâtir-i âliye düstur-u harekât olmazsa, nifak ve şikak meydan alır. Evet, ‘El-buğzu fillâh, ve’l-hükmü lillâh’ demezse, o düsturları nazara almazsa, adalet etmek isterken zulmeder. (...)
“Câ-yı ibret bir hadise: Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: ‘Neden beni kesmedin?’ Dedi: ‘Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim.’ O kâfir ona dedi: ‘Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir; o din haktır’ dedi. (...)
“Hem medar-ı dikkat bir vakıa: Bir zaman bir hâkim bir hırsızın elini kestiği vakit eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil âmiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına kesseydi, nefsi ona acıyacaktı. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir..”
Kurban Bayramı sabahı, Saddam’ın idamının görüntülerini seyrettim. Saddam ne olursa olsun, yapılan mahkeme, şeriat mahkemesiyle hiç alâkası yoktu. Toplatılmış uzaktan kumandalı atmacalardı. O mahkemeleri seyrederken, küçük yaşlarımda ellerini öptüğüm “İslâm’ın kahraman evlâdı” şehit şaşbakan Adnan Menderes’in yargılandığı “Yassıada Mahkemeleri!” hayalimde canlandı. Birbirinden farksızdı. Hukukla, vicdanla hiç alâkası olmayan işkenceydi.
Cellâtlara baktım, cellatlıkla alâkası olmayan, vahşi, gaddar, intikamcı ve korkularından yüzlerini örten sahtekâr vicdansızlardı. Saddam’ın boynunu iple kırarak öldürdüler, idam sehpası normal sehpa değildi. Kelime-i şehadetine dayanamadılar. “Cehenneme git” diye bağırıyorlar. Bunların neresi Müslüman? Rahmetli Başbakan Adnan Menderes idam sehpasından indirilip kefene sarılırken, göğsünün üzerinde sigaralar söndürülmüş, yaralar vardı. Soruyorum bunlar neyin vicdanı ve neyin hukuku? Onun için Mahkeme-i Kübrâ’yı özlüyoruz ve bekliyoruz.
Yine Hz. Bediüzzaman’ın aynı mektubunda çıkış yolu sadedindeki paragrafı naklediyorum: “Câ-yı teessüf bir hâlet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müthiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî: ‘Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde, dahilî adâvetleri unutmak ve bırakmak’ olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dâvâ edenlere ne olmuş ki, birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adâvetleri unutmayıp düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar? Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir…”
ABD’nin Adana Başkonsolosu, Irak müdahalesinde broşürler dağıtıyordu. “Irak’ın özgürlüğüne kavuşturulması için müdahale ediyoruz” diye. Fakat en rezil insan hakları suçları işlendi. Yetmedi, yalnız Felluce şehrinin 300 binlik nüfusu kitle imha silâhlarıyla imha edildi. Kan alabildiğine akıyor, durdurulmuyor. Soruyorum: Nerede insan hakları kurumları? Nerede AB? Nerede BM? Nerede 57 ülkelik İslâm âlemi ve güçlü Türkiye?
05.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|