Hoca Mird Dard’a göre her şey O’n-dandır (heme es ost) görüşü vahye uygundur. Dolayısıyla da yalnız bu hakikattır. Her şey O’dur (heme ost) görüşü ise vahdet-i mevcut ve mutlak hulul ve ittihad anlayışıdır ki mutlak olarak yanlıştır. İbni Teymiyye bu noktada Allah’tan başka hiçbir şeyin kadim ve ezelî olmadığını söylemektedir. Bütün milletlerin bu noktada ittifak ve icma ettiklerini nakletmektedir (El Usul el fikriyye limenheci’s selefiyye, Şeyh Halid Abdurrahman el Ak, El Mektebetü’l İslami, s: 252). Kim Allah’tan başkasına kıdem ve ezeliyet isnad ederse o dinden çıkmıştır. Tam da bu bağlamda, Gazali, İbni Sina, Farabi ve diğerlerini kıyasıya eleştirmektedir. Çünkü onlar akıl, can, heyula ve suretlerin ve semavatın ve içindekilerin kıdemine inanmaktadırlar.
İmam Rabbanî Hazretleri filozofların bu görüşlerinin yanında Muhyiddin İbnü’l Arabi’nin de kâmil kişilerin (kümmel) ervahlarının kıdemine inandığını, ama bu görüşünün tevil edilmesi gerektiğini söylemiştir. İbni Arabi’nin görüşü konusunda bir mazeret kapısı aramıştır. Bu aslında, genellikle ehl-i sünnet çizgisindeki âlimlerin yoludur. Ama bu yol seçici olmamalıdır. Mazeret kapısı iyi niyetle bezenmiş herkese açık olmalıdır. Bu olmazsa çifte standarta gidilmiş ve insaf elden bırakılmış olur.
Sözgelimi, İmam Rabbani bu hususta İbni Arabi’yi mazur görürken meşrep farkından dolayı İbni Teymiyye fenaun nar (cehennemin ateşinin kalıcı olmaması) görüşünden dolayı Cehmiyyeyi tekfir ederken İbnü'l Farıd gibilerin ittihad anlayışını da yermiş ve bunu mecaz olarak görmemiştir. Bu meselelerde Şeyhülislam Mustafa Sabri Muhyiddin Arabi gibilerini paylarken Zahid el Kevseri merhum da sadece İbnü’l Kayyım’i değil, aynı zamanda hocası İbni Teymiyye’yi de fenaun nar suçlamasıyla muahaze etmiştir. Burada maalesef meşrebine göre muamele karşımıza çıkıyor. Bu yönüyle bu meseleler hilâfiyat meselesinden ziyade bir ihtilâf meselesi haline geliyor. Sufi meşrepler İbni Arabi’nin fenaun nar gibi bir takım görüşlerini sineye çekerken, sıra İbni Teymiyye’ye gelince oklarını ona teksif etmişlerdir. Halbuki İbni Teymiyye için de aynı şeyler söylenmektedir.
Esasen sufilerle selefiler birçok noktada buluşuyor. Bunlardan birisi de ölüleri taklit etmemektir. Sözgelimi, Abdurrauf Münavi Feyzu’l kadir isimli Camiu’s-sağir şerhinde Beyazıd-ı Bistamî’den şu sözü nakletmektedir: “Aheztüm ilmeküm meyyiten an meyyitin ve ahazna ilmena ani’l hayyillezi la yemut/ Siz ilminizi ölülerden ölü olarak aldınız. Bizse, ilmimizi, ölmeyen diriden (Allah) aldık...” Kimi selefiler de herkesin içtihad edebileceğini öngörmektedirler ve: “Fıkhı İmam-ı A’zam ve benzerlerinden alacağına doğrudan Resullah’tan veya Kur’ân’dan al” demektedirler.
Birisi fıkıhta, diğeri ise tasavvufta aynı anlayışı seslendiriyor. Bu iki sözde de sıhhat payı var, ama ricali için. Tasavvufta Beyazıd-ı Bistamî belki de Üveysîlik kanalıyla hocalarını aşabilir. Belki Suyutî gibiler de fıkıhta selefî ümmetle aradaki mertebeleri ve kişileri aşabilir, ama bir ami kişi ile şer-i şerifi anlama noktasında İmamı A’zam’ı eşitlemek herhalde aklın kabul edemeyeceği bir şey olur.
İbni Teymiyye taklit noktasında sadece şu tavsiyeyi yapmaktadır: “Yakin olarak yanlışlığını bildiğin meselede mukalledi/takit merciini taklit etme...” Bu bapta bundan daha adil ölçü olabilir mi? Herkes birbiri hakkında benzeri yanlışlara düşüyor. Sözgelimi Gazali İbni Teymiyye’nin dilinden kurtulamayanlardan. Diyor ki: “Felsefe kitaplarının karnına girdi çıkmak istese de bir daha çıkamadı…” Yani onu filozoflara bulaşmakla suçluyor. Ama muhalifleri de İbni Teymiyye için aynı şeyi söylüyor. Ali Sami Neşşar: “İbni Teymiyye kelâma karşı olarak, onu tashih kelâm alanına girdi, ama buradan bir daha çıkamadı ve mütekellim oldu” diyor.
Aslî meseleye ve aşkınlık meselesine dönecek olursak, bu hususta en güzel söz şu olsa gerek: “La yalemullahe illallahu’ yani Allah’ı en iyisi yine kendisi bilir. Keza bazı duâlarda da böyledir. Bizim onu tanımaktan aciz olmamız bizim açımızdan kemaldir. Yoksa erişilmezlik değildir. O kullarını severek kâinatı yaratmıştır. Bizden de kendisini sevmemizi istemektedir. Ve kullarına şah damarından daha yakın olduğu da kendi beyanı ve ötesinde lütfudur.
05.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|