Dilimize yerleşmiş bazı kelimeleri, anlamlarını ve nereden geldiklerini pek düşünmeden sık sık kullanırız. Bunlardan birisi de, “mankafa” kelimesidir. Anlam olarak, “beyinsiz, düşüncesiz” gibi sıfatları ifade etmektedir. Kökeni ise, “Mankurt” kelimesinden gelmektedir. Mankurtun ne olduğunu Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, “Gün uzar yüzyıl olur” adlı romanında ayrıntılı olarak anlatmaktadır.
Kırgızların komşusu olan Juan Juanlar kabilesi, çok vahşi bir topluluktur. Ele geçirdikleri savaş esirlerini kendilerine tam bir köle yapmak için şöyle bir yöntem uygularlarmış: Önce esirlerin kafalarını iyice kazırlar, sonra yeni kesilmiş bir deve derisini kazınmış kafanın etrafına sıkıca sararlarmış. Deve derisinin kuruması için esirleri sıcak güneş altında bir hafta kadar bekletirlermiş. Kuruyan deri kafatasını sıkmaya başlar, kurbanına dayanılmaz acılar verirmiş. Bir kaç gün sonra tekrar çıkmaya başlayan saçlar ise, deve derisinden dışarı çıkamadığı için kafanın içine doğru uzar, beyne saplanmaya başlarmış. Bu kadar acıya dayanamayan esirlerin çoğu ölür, sağ kalanlar ise bilincini ve kimliğini kaybeder, sadece verilen emirleri yerine getiren, efendisine tam itaatle bağlı robot bir köle olurlarmış. İşte bu kölelere “mankurt” denilirmiş. Bugün bizim kullandığımız “mankafa” ve “angut” gibi kelimeler de bu mankurt kelimesinden gelmektedir.
Mankurtlar, kimliğini, benliğini, geçmişini tamamen unutur, efendilerinin emri ile halkına savaş açarlar. Mankurtların kafasında tarih bilinci, millî kültür, manevî değer gibi duygu ve düşünceler yer almaz. Zira onların beyni iğdiş edilmiş, düşünce yetenekleri yok olmuştur. Efendisi ne söylerse onu yaparlar. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edecek kabiliyetleri kalmamıştır. İyi beslenen, güçlü kuvvetli mankurtlar, bir zombi olarak en zor işlerde, en kötü amaçlar için istihdam edilirler.
Juan Juanlar kabilesi tarih sahnesinde iki yüz yıl kadar yaşamış ve daha sonra onların zulmüne dayanamayan Türk toplulukları tarafından ortadan kaldırılmışlardır. Fakat onların icad ettikleri mankurtlaştırma yöntemleri bugün de devam etmektedir. Artık insanların saçı kazınıp başlarına deve derisi geçirilmiyor. Buna karşılık, başka metodlar ve teknikler kullanılarak beyinler iğdiş edilip, insanlar mankafa haline getiriliyor. Kafalarındaki bilgiler, kalplerindeki duygular, gönüllerindeki sevgiler, insana acı çektirmeden silinip atılıyor. Bu işlemler zamana yayılarak ve alıştırılarak yapıldığı için, kimse mankurtlaştırıldığının farkında bile olmuyor. Tıpkı tencerede canlı canlı haşlanan kurbağa gibi.
Canlı bir kurbağayı haşlamak için, soğuk su ile dolu bir tencereye atarlar, kısık bir ateşte suyu ısıtmaya başlarlar. Su ısındıkça kurbağa uyuşur, kaynama derecesine geldiği zaman ise, kendinden geçer. Acı çektiğinin farkında olmadan, sessiz sedasız haşlanır. Ama aynı kurbağa kaynar suya atılırsa, hemen tepki gösterir ve zıplayıp kurtulma imkânı bulur.
Bugün insanlar mankurtlaştırılırken, haşlanan kurbağa yöntemi kullanılmaktadır. Beyinleri uyuşturmak için nefislere hoş gelen, hevesleri tahrik eden, servet, şöhret, şehvet gibi tuzaklar kurulmaktadır. İnsanlar kendi arzu ve istekleri ile bu tuzaklara koşmakta, beyinleri sefalet kazanında haşlanırken eğlendiklerini zannetmektedirler. Alkol ve uyuşturucu gibi etkenler de, bu süreci hızlandırmaktadır. İstenen kıvama gelen mankurtlar, kendi tarihine, kültürüne, millî ve manevî değerlerine karşı bir savaşçı olarak kullanılmaktadır. Kimi siyaset sahnesinde, kimi medyada, kimi de daha değişik alanlarda efendilerinin isteklerini yerine getirmek için çalışmaktadır.
En taze mankurt örneğini ise, Saddam’ın boğazına ilmiği geçiren Iraklıların davranışlarında gördük. Efendilerinin emrini bir an önce yerine getirmek için eski diktatörlerinin Kelime-i Şehâdet getirmesini bile beklemediler.
06.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|