Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdil YILDIRIM

Mankurtluk üzerine



Dilimize yerleşmiş bazı kelimeleri, anlamlarını ve nereden geldiklerini pek düşünmeden sık sık kullanırız. Bunlardan birisi de, “mankafa” kelimesidir. Anlam olarak, “beyinsiz, düşüncesiz” gibi sıfatları ifade etmektedir. Kökeni ise, “Mankurt” kelimesinden gelmektedir. Mankurtun ne olduğunu Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, “Gün uzar yüzyıl olur” adlı romanında ayrıntılı olarak anlatmaktadır.

Kırgızların komşusu olan Juan Juanlar kabilesi, çok vahşi bir topluluktur. Ele geçirdikleri savaş esirlerini kendilerine tam bir köle yapmak için şöyle bir yöntem uygularlarmış: Önce esirlerin kafalarını iyice kazırlar, sonra yeni kesilmiş bir deve derisini kazınmış kafanın etrafına sıkıca sararlarmış. Deve derisinin kuruması için esirleri sıcak güneş altında bir hafta kadar bekletirlermiş. Kuruyan deri kafatasını sıkmaya başlar, kurbanına dayanılmaz acılar verirmiş. Bir kaç gün sonra tekrar çıkmaya başlayan saçlar ise, deve derisinden dışarı çıkamadığı için kafanın içine doğru uzar, beyne saplanmaya başlarmış. Bu kadar acıya dayanamayan esirlerin çoğu ölür, sağ kalanlar ise bilincini ve kimliğini kaybeder, sadece verilen emirleri yerine getiren, efendisine tam itaatle bağlı robot bir köle olurlarmış. İşte bu kölelere “mankurt” denilirmiş. Bugün bizim kullandığımız “mankafa” ve “angut” gibi kelimeler de bu mankurt kelimesinden gelmektedir.

Mankurtlar, kimliğini, benliğini, geçmişini tamamen unutur, efendilerinin emri ile halkına savaş açarlar. Mankurtların kafasında tarih bilinci, millî kültür, manevî değer gibi duygu ve düşünceler yer almaz. Zira onların beyni iğdiş edilmiş, düşünce yetenekleri yok olmuştur. Efendisi ne söylerse onu yaparlar. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edecek kabiliyetleri kalmamıştır. İyi beslenen, güçlü kuvvetli mankurtlar, bir zombi olarak en zor işlerde, en kötü amaçlar için istihdam edilirler.

Juan Juanlar kabilesi tarih sahnesinde iki yüz yıl kadar yaşamış ve daha sonra onların zulmüne dayanamayan Türk toplulukları tarafından ortadan kaldırılmışlardır. Fakat onların icad ettikleri mankurtlaştırma yöntemleri bugün de devam etmektedir. Artık insanların saçı kazınıp başlarına deve derisi geçirilmiyor. Buna karşılık, başka metodlar ve teknikler kullanılarak beyinler iğdiş edilip, insanlar mankafa haline getiriliyor. Kafalarındaki bilgiler, kalplerindeki duygular, gönüllerindeki sevgiler, insana acı çektirmeden silinip atılıyor. Bu işlemler zamana yayılarak ve alıştırılarak yapıldığı için, kimse mankurtlaştırıldığının farkında bile olmuyor. Tıpkı tencerede canlı canlı haşlanan kurbağa gibi.

Canlı bir kurbağayı haşlamak için, soğuk su ile dolu bir tencereye atarlar, kısık bir ateşte suyu ısıtmaya başlarlar. Su ısındıkça kurbağa uyuşur, kaynama derecesine geldiği zaman ise, kendinden geçer. Acı çektiğinin farkında olmadan, sessiz sedasız haşlanır. Ama aynı kurbağa kaynar suya atılırsa, hemen tepki gösterir ve zıplayıp kurtulma imkânı bulur.

Bugün insanlar mankurtlaştırılırken, haşlanan kurbağa yöntemi kullanılmaktadır. Beyinleri uyuşturmak için nefislere hoş gelen, hevesleri tahrik eden, servet, şöhret, şehvet gibi tuzaklar kurulmaktadır. İnsanlar kendi arzu ve istekleri ile bu tuzaklara koşmakta, beyinleri sefalet kazanında haşlanırken eğlendiklerini zannetmektedirler. Alkol ve uyuşturucu gibi etkenler de, bu süreci hızlandırmaktadır. İstenen kıvama gelen mankurtlar, kendi tarihine, kültürüne, millî ve manevî değerlerine karşı bir savaşçı olarak kullanılmaktadır. Kimi siyaset sahnesinde, kimi medyada, kimi de daha değişik alanlarda efendilerinin isteklerini yerine getirmek için çalışmaktadır.

En taze mankurt örneğini ise, Saddam’ın boğazına ilmiği geçiren Iraklıların davranışlarında gördük. Efendilerinin emrini bir an önce yerine getirmek için eski diktatörlerinin Kelime-i Şehâdet getirmesini bile beklemediler.

06.01.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.01.2007) - Herkesin bir kurbanlığı vardır

  (30.12.2006) - Doğduğun yere de bak

  (20.12.2006) - Sevgiye dâvet

  (17.12.2006) - Kâinata meydan okumak

  (10.12.2006) - Taşları bağlarsanız

  (25.11.2006) - Din hayatın hayatı

  (12.11.2006) - İnsanları değiştirmek

  (10.11.2006) - Ecevit deyince

  (28.10.2006) - Cumhuriyetin dört ayağı

  (25.10.2006) - Bayramların öteki yüzü

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004