Mahkemeler ve Bediüzzaman-3
Bediüzzaman, Denizli Mahke-mesinde büyük bir müdafaa yapıyor. Nihayet, mahkeme ittifakla 16/6/944 tarih ve 199/136 sayılı beraet kararını veriyor. Yüz otuz parça Risâle-i Nur Külliyatının hepsine serbestiyet verip, sahiplerine tamamen iade ediyor. Beraet kararını, Temyiz Birinci Ceza Dairesi, 30/12/1944 tarihli ilâmla ittifakla tasdik edip, Risâle-i Nur dâvâsının hakkaniyeti kaziye-i muhkeme halini alıyor.
Bediüzzaman Said Nursî ve talebelerinden bir kısmı, hapiste dokuz ay kaldıktan sonra beraet kararı üzerine tahliye ediliyor. Fakat, Said Nursî Hazretlerini hapishanede zehirliyorlar; ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenâb-ı Hakkın inayetiyle kurtuluyorsa da, tarihte hiçbir kimseye yapılmayan zulüm, işkence ve ihanetlere maruz bırakılıyor.
Bediüzzaman, gizli dinsiz münafıkların tahrikatıyla girdiği bütün mahkemelerde olduğu gibi, bu îdam planıyla verildiği mahkemede de hak ve hakîkati pervasızca ve ölümü hiçe sayarak haykırıyor.
Üstad Bediüzzaman, Denizli hapsinde Meyve Risâlesi’ni telif etmiştir. Bu risâle, bilâhere Asa-yı Mûsa mecmuâsının başında neşredilmiştir. Meyve Risâlesi’ni iki Cuma gününde telif etmiştir. Hapishanede bulunan bütün Nur Talebeleri ve diğer mahpuslar, Meyve Risâlesi’ni yazmışlar, o risâlenin hakîkatleriyle iştigal etmişlerdir. Hapishaneye kâğıt sokulmuyordu. O eser, gizlice yazılmıştır. Hatta, kibrit kutusuna yazmışlar ve bu gibi şartlar altında çalışmışlardır.10
15 Haziran 1944'de Denizli Ağır Ceza Mahkemesi, Bediüzzaman’ın beraetini ilân ediyor.
Denizli Mahkemesinde beraet ettiği halde; 23 Ocak 1948’de, Emirdağ’da kış ortasında Bediüzzaman ve elli kadar talebesi tevkif edilip, Afyon Mahkemesine sevk edilmiştir.
Bu mahkemeye verilişinin sebepleri/iddiâlar: “Gizli cem’iyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor; ihtiyarladıkça artan enerjisiyle, kuvvetiyle, inkılâplar aleyhindedir, rejimi yıkmağa çalışıyor. Mustafa Kemal’e, ‘İslâm Deccalı, Süfyan’ diyor”11
Denizli hapsinde bir ayda çektiği sıkıntıyı, Afyon hapsinde bir günde çekmiştir! Hapishanede tam yirmi ay, kışın çok soğuk olan düzensiz bir koğuş içinde yalnız bırakılarak, ölmesi beklenmiştir. Yatağında, bir taraftan bir tarafa dönemeyecek bir hale geldiği zamanlarda bile, hizmetine, bir talebesi olsun müsaade edilmemiştir.
Bu halde bile, Risâle-i Nur’un te’lifinden geri kalmamış, her hapiste olduğu gibi, burada da gizli olarak eser te'lif etmiştir.
Enteresan ve bir o kadar da mükemmel bir düşünce eseri olarak, hapishanede—zehirlenerek—ölüm döşeğinde iken, fırsat bulup ziyaretine varabilen bir talebesine şöyle demiştir: “Belki hayatta kalamayacağım, bütün mevcudiyetim vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâm ve beşerin ebedî refah ve saadeti uğrunda feda olsun. Ölürsem, dostlarım intikamımı almasınlar!..”12
Bu mahkemede yapılan suçlamalardan birisi olan “Gizli cemiyet kurmak!” iddiasına karşı Bediüzzaman; “Evet biz bir cem’iyetiz ve öyle bir cem’iyetimiz var ki; her asırda üç yüz elli milyon dâhil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cem’iyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. ‘Mü'minler kardeştir’13 kudsî programıyla birbirinin yardımına—duâlarıyla ve manevî kazançlarıyla—koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cem’iyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikatlarını tahkikî bir sûrette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi i’dam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem’iyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme inceden inceye tedkikten sonra o cihette bize beraet vermişler.”14
6 Aralık 1948’de Afyon Mahkemesi, mevhum ve mesnetsiz bu iddialarla Bediüzzaman ve talebelerine mahkûmiyet kararı vermiş, fakat karar Temyizce bozulmuştu.
20 Eylül 1949’da, yirmi aydır hapis tutulan Bediüzzaman Hazretleri, halkın tezahürâtına mâni olmak için Afyon hapishanesinde âdet üzere tahliye saat 10.00’da olması gerekirken, şafak vakti tahliye edilmiştir.
20 Kasım 1949’da, Üstad, tekrar Emirdağ’a getirilmiştir.
Ocak 1952’de Gençlik Rehberi mahkemesi için Bediüzzaman, İstanbul’a geldi.
22 Ocak 1952, Salı: Gençlik Rehberi Mahkemesinin ilk duruşması.
Gençlik Rehberi Mahkemesindeki müdafaalarından birinde Üstad Bediüzzaman; “Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem ve hiç ehemmiyeti yok. Çünkü ben kabir kapısında, yetmiş beş yaşındayım. Böyle mazlûm ve mâsum bir iki sene hayatı şehadet mertebesiyle değiştirmek, benim için büyük saadettir. Risâle-i Nur’un binler hüccetleriyle kat’î îmanım var ki; ölüm, bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer zâhirî idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur.
“Fakat siz, ey gizli düşmanlar ve zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan, hükümeti bizimle sebepsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’î biliniz ve titreyiniz ki; siz îdam-ı ebedî ile ebedî mahkûm oluyorsunuz, intikamımızı, sizden pekçok muzaaf bir sûrette alınıyor görüyoruz. Hattâ size acıyoruz. Evet, bu şehri yüz def’a mezaristana boşaltan ölüm hakikatının, elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun îdamından kurtulmak çaresi, insanların her mes’elesinin fevkinde, en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat’îsidir. Acaba bu çâreyi kendine bulan Risâle-i Nur Şâkirdlerini ve o çâreyi binler hüccetleriyle bulduran Risâle-i Nur’u âdî bahanelerle ittiham edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında müttehem oluyor; divaneler de anlar”15
Bu ve benzeri müthiş müdafaalar sonucunda 5 Mart 1952 Salı günü Üstad Bediüzzaman Gençlik Rehberi dâvâsından beraat eder.
Nisan 1953: Bediüzzaman tekrar Emirdağ’a gelir.
Bu arada, 23 Mayıs 1956 tarihinde, sekiz senedir devam eden Afyon Mahkemesinde Risâle-i Nurların beraeti ve iade edilmesi kararı alınır.
Genellikle mahkemelerde verdiği, üzerinde önemle durulması gereken cevapların birinde şöyle demektedir; “Herbir hükümette muhalifler var. Âsâyişe ilişmemek şartıyla, kanunen onlara ilişilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar, elbette bin üç yüz elli senede, ecdadımızın mesleğinde ve Kur’ân’ımızın daire-i terbiyesinde ve her zamanda üç yüz elli milyon mü’minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terk edip, gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle, fâni ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihâne bir medeniyetin ahlâksızcasına, belki bir nevî bolşevizmde olduğu gibi vahşiyâne kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre miktar insafı bulunan hiçbir insan bunları onlara kabul ettirmeye cebretmez. Yalnız o muhaliflere deriz: Bize ilişmeyiniz, biz de ilişmemişiz.”16
İşte hikmet-i İlâhiye nazarından bakılınca böyle mübarezelerde, mahkemelerde güzel neticeler alınıyor. İstidadlar inkişaf ediyor, mücahidler yetişiyor. Allah’ın cemal ve celâl sıfatlarının lütuf ve kahr ile tecellî edeceği ehl-i hak ve ehl-i bid’a sınıfları, imtihanda ayrılıyor. Yeter ki bizler, zâhiren üzücü hadiselerin (mahkemeler gibi) hikmet-i İlâhiye nazarıyla iç yüzünü görelim ve dinî hâmiyetimiz canlansın, ümitsizliğe düşmeyelim.
“Ecnebî menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük zararına çalışan bir gizli komite, bizim beraetimizi bozmak için, her tarafta habbeyi kubbe yaparak bir kısım memurları aleyhime evhamlandırdılar. Bir maksadları; benim sabrım tükensin, artık yeter dedirtsinler. Zâten onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi; sükûtumdur, dünyaya karışmamaktır. Âdeta ne için karışmıyorsun, tâ karışsın maksadımız yerine gelsin diyorlar.”17
Üstad Said Nursî’nin çok kısa olarak, birkaç örnekle mahkemelerde suçlandığı konuları, bunlara karşı yaptığı müdafaaları ve mahkeme sonuçlarını, altı çizili olarak nazarlarınıza sunmaya çalıştık.
Çok daha geniş olarak üzerinde çalışılması gereken bu konuyu, bu şekilde yine de faydalı olması duâsıyla sunduk.
—Son—
Dipnotlar:
10- Nursî, B. Said, Tarihçe-i Hayat, 1994, s. 349-350
11- A.g.e., s. 543
12- Tarihçe-i Hayat, s: 545
13- Hucurat Sûresi: 10
14- Şuâlar, s. 380
15- Tarihçe-i Hayat, s. 560
16- Şuâlar, s. 394
17- Emirdağ Lâhikası-I, s: 17
|